Paylaş
Dört anahtar kelime ile İnternet'e girin.
Enerji.
Uyuşmazlık.
Tahkim.
Ülke.
Bu dört anahtar sözcük üç ülkeyi işaret ediyor.
Endonezya.
Pakistan.
Türkiye.
Böyle bir ligin içinde Türkiye. Ve de önünde acilen yapılması gereken yaklaşık 60 milyar dolarlık enerji, telekomünikasyon yatırımı var. Bunların ıskalanması demek, gelecek kuşakları enerjisiz ve telekomünikasyonsuz bırakmak anlamına geliyor. Başbakan Bülent Ecevit, işin ciddiyetini dün şöyle açıklamış:
‘Ulusal çıkarımız için yabancıların enerji yatırımı yapmalarını teşvik etmek zorundayız. Gerekli yatırımları birkaç yıl içinde yapmazsak çok ciddi bir enerji darboğazı ile karşılaşırız’.
Olayın ekonomik tanımı bu.
Devletin bu yatırımları yapması mümkün değil. Devlet, yıllardır bütün mali kaynaklarını borç ve maaş ödemeye ayırıyor. Tek bir yatırım yapılamıyor.
Zaten Dünya'nın her bir köşesinde ulus devletin çapını aşıyor bu çaptaki yatırımlar. ‘Ulus devletin işlevi değişiyor’ dedikleri de bu zaten.
O zaman, ulus devletin milli gelirini fersah fersah aşan dev uluslararası şirketler giriyor devreye.
Yatırım yapmaya iştahlı olan yabancı sermaye de (genelde ciroları ulus devletin fersah fersah üstünde) herhangi bir anlaşmazlıkta kendisini garantiye almak için tahkim adı verilen özel bir hukuk yönteminin uygulanmasını istiyor.
Türkiye imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve de yürürlükteki 37 ikili anlaşmayla zaten tahkimi fiilen uyguluyor.
Hükümet buna ek olarak, ‘kamu hizmeti’ ve ‘kamu yararı’ gerekçesiyle Anayasa'da geliştirilmiş bazı kısıtlamaları kaldırmayı hedefliyor. Bu durumda Danıştay'ın yetkileri de sınırlanmış oluyor.
Teknisyenlerden çok köşe yazarlarının ve iş adamlarının taraf olduğu fırtına da bu noktada kopuyor.
Bir tarafta ‘tahkimciler’ diğer tarafta ‘tahkimci olmayanlar’. Tahkimi savunanların gözünde, tahkime karşı çıkanlar ‘eski solcu, çağdışı’. Tahkimi istemeyenler ise diğer kamptakileri Sevr'cilik ile suçluyorlar.
Ve de herkes sloganla konuşuyor.
Butün bu karmaşanın ciddi bir ‘güven bunalımından kaynaklandığını’ sanıyorum.
Herkes çok iyi biliyor ki bugün hükümetteki partiler eğer muhalefette olsalardı iktidarın getireceği tahkim düzenlemesine karşı çıkacaklardı.
Bugün sırf muhalafette oldukları için karşı çıkanların ise hükümeti kurdukları anda ilk yapacakları iş tahkimi Meclis'in gündemine getirmek olacaktı.
O zaman bu siyaset spekülatörlerine güvenmek mümkün mü?
Bir başka sorun da özgüven eksikliğinde.
Tahkim tartışması sürüp giderken ‘Biz düzgün sözleşme yapamayız. Ve hakkımızı uluslararası hakemler önünde koruyamayız’ görüşü ön plana çıkıyor.
Yani bir şekilde ‘Kurallı yaşayamayız’ın kabulü bu.
Tahkim konusunda görüşlerine başvurduğum bir uzmanın dediği gibi ‘Türkiye sözleşmelerini sağlam yaparsa tahkimden de sağlam döner. Bunun da koşulu uluslararası kuralları iyi kullanmayı öğrenmek’.
Uluslararası ticarete entegrasyon hazırlık, ciddiyet ve kararlılık işidir. Bunun bir boyutu da uluslararası hukuka entegrasyondur.
O zaman tahkim tartışmasını, ‘Ne imtiyazdır, ne değildir. Neyi tahkime götüreceğiz, neyi götürmeyeceğiz, kim ne istiyor, sözleşmeleri kendi haklarımızı sonuna kadar koruyacak biçimde yapmak için teknik insan ordumuzu nasıl yetiştireceğiz’ noktalarında odaklamalıyız.
Yoksa bu iş, bir tartışma kirliliğine dönüşür.
Bölge gücü olmaya aday bir ülkenin böyle bir rahatlığı olmamalı!
Paylaş