Yeni atlas

Birden ne olduysa oldu ve ben ilkokul ikiden o ilkokulu bitirene kadar geçen kısacık zamanda, haritalar pıtrak gibi değişiverdi. Öyle ki, Das Grosse Atlas veya das "küçükse" atlas, ofset makinesinin bir merdanesinin ucundan girip diğer merdanesinden çıkana dek, anında eskiyiverdi.

Ne kadar şükretsem azdır, kitap bab’ında çok şanslı bir çocuk olarak büyüdüm. Çünkü, ufku zaten dünyaya sonsuz açık olan babam bir de coğrafya meraklısıydı. Dolayısıyla da, kütüphanesi aynı zamanda küçük çaplı bir atlas koleksiyonu içerirdi.

Mehmet Eşref’in "Tarih-i Umumi ve Atlas-ı Osmani"sine ek olarak, kendi babasından ve büyükbabasından miras kalmış ve onların mesleği icábı da daha ziyade deniz haritalarında yoğunlaşan ciltleri vardı.

Artı, Faik Sabri’nin yeni harflerle neşredilmiş ilk "Büyük Atlas"ı da mevcuttu ki, Hatay henüz Türkiye’ye dahil edilmemiş olduğu için orada "sancak" diye zikredilirdi.

Sonra, kütüphanenin aynı raflarında İngiliz ve Alman baskısı atlaslar da dururdu. Bu ikincilerin arasında da, ayrıntı bab’ında referans addedilen ve boyutları kitaplığa sığmayan o koca "Das Grosse Atlas"ın Nazi döneminde yayınlanmış bir nüshásı vardı.

Ve söz konusu atlasta, kendi gitmiş, adı kalmış Çekoslovakya; daha doğrusu artık Bohemya ve Moravya "Reich protektorası", yani yarı sömürgesi olarak adlandırılırdı.

DEĞİŞEN HARİTALAR

Demek ki, ödlek ve kalleş müttefikler Prag başkentli ülkeyi Hitler’e "sus payı" olarak 1938 Münih’inde hediye ettiğine göre, "Das Grosse Atlas"ın bizdeki baskısı ya 2. Dünya Savaşı’ndan tam önce ya da tam başlangıç sırasında piyasa çıkmış olmalı.

Başka bir deyişle, babam o haritayı, Berlin’in gönderdiği propaganda altınları sayesinde haniyse bedava satış yapan Tünel’deki "Alman Kitabevi"nden, Avusturyalı çavuş bozuntusu henüz "bin yıllık ebedi Reich" seferine çıkmadan önce almış.

Öyle, çünkü kronolojik olarak geriye dönersek, söz konusu atlasın yalnız müteveffa Çekoslovakya’yı değil, 1943 Stalingrad’ına, hatta 1944 Normandiya’sına dek, İngiltere, İsveç ve İsviçre dışındaki tüm Avrupa’yı yine "protektora" olarak gösteriyor olması gerekirdi.

Kaç yıl boyunca, ta Moskova varoşu önünden Atlas Okyanusu sahiline, bütün bir Yaşlı Kıta’da gamalı haç bayrağı dalgalanmamış mıydı?

Bu durumda da, eğer aynı döneme denk gelmiş olsaydı, omzuna o gamalı haçtan dövme yaptırtmış olan "ulusalcı" hanım yazar, şimdiki gibi alttan almak zorunda kalmazdı.

"Aslında bu ’Türklük simgesi’(!)" diye en kepaze yalancılıktan medet ummazdı.

Göğsünü gere gere, "Koçum, ne öyle yan bakıyorsun? Var mı diyeceğin, Führer Amcam’ın izinden gidiyorum" diye açık açık meydan okumak cesaretini gösterdi.

Ama Allah’tan, "Das Grosse Atlas" değişti de, "Akşam" gazetesinin "medar-ı iftiharı" hanım küstahlığı, gamalı haç dövmesiyle iftihar etmek raddesine vardıramıyor.

Zaten aslına bakarsanız, sırf Almanca harita değil, bütün haritalar değişti.

Çünkü, "artık yenisinden öğren" diye, ilkokul ikiye başladığım yıl babam bana bir de, aynı Faik Sabri Duran’ın bu defa son baskı "Büyük Atlas"ını da hediye etmişti.

Aslına bakarsanız da, gamalı haçın yerini orak çekicin alması; Polonya’nın batıya kayması; Almanya’nın küçülmesi ve tabii Çekoslovakya’nın tekrar bağımsız olması hariç, bu yeni atlas ne Avrupa’da, ne de diğer yerlerde fazla bir değişiklik yansıtıyordu.

Tamam, eskiden "Britanya Hint İmparatorluğu" diye gösterilen sahada şimdi iki ayrı devlet ve Felemenk Hintleri denilen yerde de Endonezya vardı ama ya gerisi!

Bilhassa Kara Kıta, yine "Garbi Fransız Sahrası", yine "Şarki İngiliz Afrikası", yine "Merkezi Belçika Kongosu" diye hep bildik isimlerle sıfatlandırılıyordu.

Fakat sonra, birden ne olduysa oldu ve ben ilkokul ikiden o ilkokulu bitirene kadar geçen kısacık zamanda, haritalar pıtrak gibi değişiverdi.

Sömürgecilik dönemi çok kısa bir sürede nihayete erdi ve tekrar o Afrika başta, Asya’sı, Okyanusya’sı, Orta Amerika’sı derken, dünyada yepyeni devletler peydahlanıverdi.

Öyle ki, "Das Grosse Atlas" veya das "küçükse" (!) atlas, yerli ya da yabancı hangisi olursa olsun, haritalar ofset makinesinin bir merdanesinin ucundan girip diğer merdanesinden çıkana dek, anında eskiyiverdiler. Demode ve kadük olmuş oldular.

HARİTASIZ YAŞAM

Zaten de babam bana bir daha yeni atlas almadı. Sonra, uzun, çok uzun bir müddet "atlas statükosu" oluştu. Kaba taslak diyelim ki, 1960’tan 1990’a kadar haritalar hemen hiç değişmedi.

Zaten de ben hep, o 1960’ların ortasında lise için alınmış Duran atlasını kullandım.

Ancak, 1989 Kasım’ında lánet "Duvar" bir yıkıldı, pir yıkıldı.

Bir kere Avrupa haritası öyle bir değişti ki Yaşlı Kıta, Ortaçağ’dan beri hiç olmadığı ölçüde çok sayıda devlet ve bayrakla donandı.

Kısır kadınların aniden dokuz doğurması gibi, amip usûlü çoğalıverdi.

Eh, "Duvar"a paralel olarak "Kötülükler İmparatorluğu" da çöktü ya, tabii bu defa da Asya ve Avrasya’nın sancıları tutuverdi. Onlar da yeni sınırlar ve yeni ülkeler yumurtladı.

Dolayısıyla da, benim lise atlası inanılmayacak kadar kısa bir süre içinde, tıpkı babamın "Tarih-i Umumi ve Atlas-ı Osmani"si veya "Das Grosse Atlas"ı gibi, ancak müzelik bir "antika" (!) değer kazanmış oldu.

Peki, şimdi hangisini mi kullanıyorum? Hiçbirini!

Darphane matbaasında para basmıyorum ya, her yeni atlas baskısına da yetişemem.

Sadece, internetteki harita sitelerine bir tıklıyorum ve keká, sabah taşmış hudut boyu nehrinin öğleden sonraki yatağı dahil, durmaksınız değişen bir dünyayı anında izliyorum.
Yazarın Tüm Yazıları