Paylaş
Kendi çektiği bir fotoğrafı çerçevelenmiş olarak bana vermesi de o sırada oldu. O gün bugündür ofislerimin duvarlarını süsledi bu fotoğraf. Geçen hafta kısmi bir taşınma nedeniyle bu resmin yerinin değişmesi gerekti. Cuma akşamı içime sinen bir duvar bulamadım. Ertesi gün sabah uyandığımda Şakir Bey artık aramızda yoktu.
Göstergebilimci Fransız eleştirmen Roland Barthes’in “Aydınlık Oda” adlı bir kitabı var. Barthes bu kitapta fotoğrafın ölümle ilgili olduğunu söylüyor. Ne de olsa fotoğraf, zamanın durduğu an. Her fotoğraf ister istemez geçmişe ait. Fotoğraftaki görüntü zamanın ve uzamın içinde cansız.
Herkes Barthes’le aynı görüşte olmadı. Örneğin ressam Abidin Dino. Şakir Bey’in “Türkiye’nin Renkleri” kitabının önsözünde fotoğrafın yaşama övgü olduğunu yazmıştı, ölüme değil.
Gerçekten de Şakir Bey’in fotoğrafları yaşama övgü doluydu.
Şakir Bey benim için önce bir fotoğrafçı oldu, belki de kendimi bildim bileli her yeni yılın heyecanlı taraflarından biri olan Eczacıbaşı Fotoğraf Yıllıkları yüzünden. O yıllıklar ki bugün dünya çapında fotoğrafçılarımız olmasının sebebi. Tüm ünlü fotoğrafçılarımızı şık bir biçimde desteklemiş Şakir Bey. Bu yıllıklar sayesindedir ki fotoğraf alanında üretenle tüketen biraraya getirilmiş.
Şakir Bey kültür adamı, bir sanatçı. Ayrıca gençliğinde gazetecilik yaptığı bir dönem var. Ve elbette işadamı. Ancak bütün bu özellikler aynı insanda bir araya geldiğinde bir ülkenin sanat ve kültür alanında kaderine etki yapan bir Şakir Bey olunabiliyor.
Hürriyet’in eski genel yayın müdürlerinden Necati Zincirkıran, Şakir Bey’den dinlediği anıları anlattığı, Euractiv.com.tr’deki yazısında onun çocukluğuna değinmiş. Burjuva ailelerde adet olduğu üzere Şakir Bey de altı yaşında piyano dersine başlatılıyor, ta ki bir gün sabrı taşıp taburesini piyanonun tuşlarına vurana kadar. Başkalarının döktüğü kalıba sığmayan bir adam olacağının ilk işaretleri...
Bugün İstanbul’da yaşayan bizlerin çocukları uluslararası festivallerin yapıldığı bir şehirde doğup yaşıyorlarsa bunu Şakir Bey’in başkanı olduğu İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na borçluyuz.
Bundan daha büyük bir armağan olur mu?
İKSV’nin başına Başkan Yardımcısı Ahmet Kocabıyık da gelebilir, kurucu Eczacıbaşı Ailesi’nden biri de. Her durumda kurumun yeterince kurumsallaştığını biliyoruz.
Kalıba uymayan bir başka adam Ömer Uluç’u da kaybettik. O da “Ölümün olduğu yerde ben yokum, benim olduğum yerde ölüm yok” demişti. Zaten her eseri yaşama övgüydü Ömer’in.
Şakir Bey’i de Ömer’i de bana göre genç yitirdik. Bir kez daha anladım ki genç olmak yaşla alakalı bir durum değildir. Ürettiğiniz sürece yaşama övgünüz devam etmektedir çünkü. Ömer Uluç, Şakir Eczacıbaşı... Yaşam paletlerimizden en güçlü renkleri yitirdik.
Paylaş