AVRUPA, Türkler için çok uzun yıllardır "refah"ı temsil ediyor. Refah, sefaletin karşısında duran bir kavram. Osmanlı’nın ilk Batıcılarından bu yana Batı’dan yana olmanın en önemli dürtülerinden biri sefaletten kaçış olmuş.
Türk okumuş yazmışlarının büyük bir bölümü Batı’yı temsil eden refah ile Doğu’yu temsil eden sefalet ikilemi arasında kaldılar. Meseleyi böyle koyarsanız bu karşıt ikiliden hangisini tercih edersiniz? Elbette ki refahtan yana olursunuz.
Sorun bu çerçevede ele alındığından dolayıdır ki bugün Avrupa karşısında zorlanıyoruz. Sadece pratik ve pragmatik nedenlerle Avrupalı olunamıyor çünkü. Din değiştirip de Avrupalı olunamayacağı gibi... İşte Rusya, kuzeyimizdeki dev, halkı çoğunlukla Hıristiyan bir ülke değil mi? Ama işte onun da Avrupa’da yeri yok.
* * *
Ortada bir kültürel yapı sorunu var. Sanayimiz istediği kadar globalleşsin, yine de bir tarafıyla Türk karakteri kaybolmuyor. Bu karakteri belirleyen şey de coğrafyamız ve tarihimiz. Ancak kültürel yapının belli ve belirlenmiş olması da yalnız başına bir şey ifade etmiyor. Biz toplum olarak kendi kültürel yapımızı bilmiyoruz. Bu yapıyı algılayamıyoruz. Kendi kültürel yapısını ve kültürel çevresini anlayamayan, nasıl kültür üretebilir?
Prof. İlber Ortaylı dostumuz, bu ve benzer meseleleri "Avrupa ve Biz" adlı kitabında çok güzel anlatıyor, meraklısına tavsiye ederim.
21’inci yüzyıl Türkleri olarak Doğu Akdeniz-Ortadoğu bölgesinde yaşıyoruz. Bu bölgeyi ne kadar tanıyoruz? İslam uygarlığı bir zamanlar buradan doğmuş ise bunun ne kadarının bilincindeyiz? Avrupa merkezcilikten (Eurocentrism) söz ediliyor. Kaç okumuş yazmış Türk, Avrupa merkezcilik doğmadan yüzyıllar önce Doğu dünyasında da Doğu merkezcilik olduğunu bilir? Yani dünyayı kendi referans sistemine göre değerlendirme alışkanlığı...
Derin meselelere daldık, ama beni bu yazıyı yazmaya iten iki şey oldu. Her ikisi de Batı ile kafa uyuşmazlığımızın ciddi göstergesi. Birincisi Lambada adlı eşcinsel derneği "ahlaka aykırı" olduğu gerekçesiyle hákim kararıyla kapatıldı. Bu arkadaşlar Yargıtay’a gidecekler. Sonra da kendilerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolu açılır.
İkincisi ise Paris Belediye Başkanı Delanoe’nin Le Nouvel Observateur adlı Fransız dergisine kapak olan demeci. Delanoe, Fransız solunun liderliğine oynuyor ve kendini "liberal sosyalist" olarak tanımlıyor. Bu konudaki kitabı yeni çıktı, umarım yakında Türkçe’ye de çevrilir. Hem liberal hem de sosyalist nasıl olunabileceğini tutarlı, açık vermeyen bir düşünce sistematiği içinde açıklamayı başarıyor Delanoe. Açıkçası hayran oldum.
* * *
Lambada’dan liberal sosyalizme nasıl mı atladım?
Demiştik ki, kendi kültürel çevresini tanımayan ve algılayamayan, başka kültürel çevrelerle de sağlıklı ilişki geliştiremez. Sefalete karşı refahı seçersiniz, olay biter, ya da bitmez, sürüncemede kalır. Bu bir...
Lambada’nın kapatılması, Avrupa kültür yapısında kabul edilebilir bir durum değildir, bu da iki...
Ve Fransız solunun fikirlerine hayran olduğum yeni lideri, gay olduğunu gizlemiyor, bu da üç...