Paylaş
Onu geçen ay boyunca ekranlarda fay hatlarını, deprem riski olan bölgeleri, jeolojik bilgileri paylaşırken izledik. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ersoy, önceki gün Hatay’daydı. Bu, onun için diğer saha çalışmalarından farklıydı çünkü büyük depremin yıktığı yerler bizzat kendi memleketiydi…
1- ŞOKE OLDUM, DONDUM KALDIM
Şükrü Hoca, söze “Aslında gidince ne göreceğimi az çok tahmin ediyordum çünkü oranın zafiyetlerini biliyordum; yapı stokundaki kötü durumları, yıkılabilecek binaları öngörebiliyordum ama…” diye başlıyor: “Şoke oldum, dondum kaldım… Pek çok yakınımı kaybettim; yaralananlar vardı… Antakya hayalet şehre dönmüş. Yıkılan binaların, köprübaşında künefe yediğimiz yerin, eski müzenin, Hatay Devleti’nin meclis binasının önceki halini düşünüp mahvoldum. Son 40 yılın en büyük depreminin olduğu Endonezya’ya da gitmiştim ama buradaki gibi beni etkileyen görüntüyü başka hiçbir yerde görmedim. Hafızam ölene kadar silinmeyecek görüntüler dolu…”
ANADOLU’NUN ÇARŞI KÜLTÜRÜ
Şükrü Hoca, “Hem İskenderun hem Antakya caddelerinde gördüğüm şey şu ki, işyerlerinin olduğu tüm apartmanlar yıkılmış” diye devam ediyor: “Önemli can kayıpları bundan kaynaklanıyordu. Aslında apartmanların altına işyeri yapmak eski Türk kültüründe yok. Bu sonradan rant olsun diye yapılmış bir şey. Bizde çarşı kültürü vardır. Çarşıya gidersin, alışveriş yaparsın, sosyalleşirsin… Ben Hataylıyım. Hatay’da bu kültür çok gelişmiştir. Antakya’da evde gece yarısı canınız künefe istediğinde gidip çarşıda yiyebilirdiniz. Bu kültürü korumamız gerekiyordu… Kırıkhan’a baba evine gittiğimde çok hislendim, çok kötü oldum çünkü o dönemdeki güzel anlarım aklıma geldi. Kaybettiğim yakınlarım, komşuluk ilişkilerim aklıma geldi.” Burada güncele biraz ara verip Şükrü Hoca’nın anılarına ortak olduk, hikâyesine uzandık.
KIRIKHAN’DA MEYDANA GELMİŞİM
Ersoy, “Kırıkhan’da meydana gelmişim” diye başlıyor. Depremde hasar alan ama ayakta kalan, babası Mustafa Ağa’nın bundan 80 yıl önce yaptırdığı tek katlı bir taş evde doğmuş. Aile Fransız işgalinden beri Hataylı. Milli mücadeleye katılan büyükleri olmuş. Babası Mustafa Ağa’nın pamuk tarlaları var. Çocukluğu, altı kardeşiyle birlikte bahçede komşularla, akrabalarla hep beraber, neşe içinde geçiyor. Okulda hep dereceye giren başarılı bir öğrenci. Aynı zamanda sosyal ve sportif hayatta da faal; Kırıkhan ilçesinin lisanslı basketbolcusu, futbolcusu, jimnastikçisi, tiyatrocusu, güzel yağlı boya tablo yapıyor… Bütün bu uğraşlardan en sevdiğiyse doğada gezinmek. Ersoy, “Özgür bir ruhum vardı” diye devam ediyor: “Doğada sadece yeşile değil taşlara da sık sık bakardım; ‘Bunun rengi niye başka, öbürü neden daha ağır?’ diye kafa yorardım. Çok kıymetli bir maden bulduğumu düşünerek taşları toplayıp eve getirdiğim de çok olmuştur!”
2- HAYIRLI İŞLER YAPACAKSIN
Üniversite sınavı sonucunda istediği her yere girebiliyor. Ağabeylerinin “Doğada dolaşacaksın, tüm güzellikleri görüp çok hayırlı işler yapacaksın” telkinleri sonucu 1976 senesinde İstanbul Üniversitesi’nin yeni açılan Jeoloji Bölümü’ne giriyor. Şükrü Hoca, “İyi ki beynimi yıkamışlar!” diye anlatıyor: “Alanı çok sevdim. Bölümün ilk mezunlarından oldum. Okulu dereceyle bitirdim. Türkiye jeoloji açısından bir cennet. Dünyadaki en ender şeyleri Türkiye’de görebiliyoruz. Sadece faylar değil; kayaçlar, madenler... Doğayı çalışırken afetler aklınıza gelmiyor. Zaten ‘doğal afet’ demeyi de sevmiyorum. Biz ‘doğa kaynaklı tehlike’ deriz. Doğa normal süreçlerini işliyor. Tehlike, insan kaynaklı. Baştan kaderci bir yaklaşımla ‘Bu bir doğal afettir, yapacak bir şey yoktur’ demek bize yakışmaz. Yağmur yağınca şemsiyeni alıyorsun, kar yağınca paltonu giyiyorsun. Geleneksel yaklaşımlardan kurtulamıyoruz; deprem olmuş, yıkılmış, aynı yere bir daha bina yapıyoruz...”
SENE 2000’LER
BİLİMDE KAVGA İYİDİR
Bir yandan da her kafadan bir ses çıkmasının yarattığı karmaşa var. Şükrü Hoca, bu konuyu “Bilimin içinde zaten tartışma var” diye açıklıyor: “Bilim toplumu olmadığımızdan bu tartışmayı kavga gibi algılıyoruz. Oysa bildikçe soru sayısı artıyor. Bu işin ‘Her şeyi öğrendik’ diye bir sınırı yok. Hele şimdiki imkânlarla dünyanın her yerindeki kaynağa ulaşabiliyorsunuz. Gençler sorguluyor da… Bu iyi bir şey çünkü bilimde tartışma vardır. Biz daha itaatkârdık.”
3- NİYE SAĞLAM BİNA YAPAMIYORUZ
Peki Türkiye’nin her yeri faysa biz nerede oturacağız? Şükrü Hoca şöyle yanıtlıyor: “Binayı yönetmeliklere uygun yapmışsanız, zeminle de barıştırmışsanız o binanın tamamen yıkılması mümkün değil. Hasar görür ama içinden sağ çıkarsınız. Hatay’da binayı sağlam yapmışlarsa bile zeminle barıştırmamışlar; bina çökmemiş ama devrilmiş. Doğa diyor ki; zeminle barışık bina yapman lazım! Çok katlı binalar zemine tutunamıyor. Aslında Türk insanının teknik gücü fazla ama bir türlü inisiyatif koyup sağlam bina yapamıyoruz. Siyaset üstü bir düşünce yapısıyla, bilimsel yaklaşımla ülkeyi tekrar inşa etmeliyiz. Vatandaş da bu işe sahip çıkmalı. Bugüne kadar bir felaket başınıza gelmemiş olabilir ama miras olarak tabut evi çocuğunuza bırakıyorsunuz. Deprem yaşamla ölüm arasında bir kumardır. Bu kumarı birkaç saniyede kaybediyorsunuz…”
UZAYDAN FAYI GÖREBİLİYORUZ
Yeraltımızla ilgili neler biliyoruz? Cevabı:
“Bütün Türkiye’de beş buçuktan büyük deprem oluşturabilecek fay parçası sayımız 500. Belki daha fazla ama onları bulup tarihlendirmek gerekiyor. Yaptığımız kazılarda yeni şeyler çıkıyor. Orada fayı görüyorsunuz. Üzerindeki organik parçadan ‘Bu, 1500 yıl önce yine deprem oluşturmuş’ diyebiliyorsunuz. Analitik yöntemler arttıkça muhakeme gücümüz de arttı. Eskiden bir taş analizi için Avrupa’ya başvururduk. Yeni teknolojiyle uzaktan, uydudan fayı görebiliyorsunuz. Yerin altını daha ziyade sismik profillerle bulabiliyorsunuz. Marmara Denizi’nin tabanının altındaki faylar için ses dalgaları gönderiyorsunuz. O ses dalgaları yerin profilini çıkarıyor. Gözle görmeseniz de orada olduğunu çizebiliyorsunuz.”
SENE 1985: Öğrencileriyle saha çalışmasında
ÇOCUKLARI TABİATA ÇIKARMALIYIZ
Biliminsanlarının kaderinde “Biz demiştik” demek mi vardır? Yanıtı:
“Eğitim sistemimizde eksiklikler var. Eskiden jeoloji dersi okutulurdu. Jeolojiyi öğrenmek, doğada sağ kalabilmenin sırlarını öğrenmektir. Eline alıp dokunmadan, hissetmeden çocuk bir taşı tanır mı? Yeşilliği teneffüs etmeniz, sabahın serinliğini hissetmeniz gerekiyor. Çocuklarımızı izci gibi doğaya çıkarmalıyız.”
BİZ GÜNLÜK DERTLERİ DÜŞÜNÜRKEN AŞAĞIDA NELER OLUYOR
Biz gündelik hayatın dertleriyle uğraşırken altımızda neler olduğunu şöyle anlatıyor:
“Üzerinde yaşadığımız topraklar sürekli farklı hızla farklı yönlere hareket ediyor. Alttaki magmanın radyasyon akıntılarıyla yıllık 3-5 santimlik hareketler oluyor. Ani kopmalarda da depremler oluşuyor. Deprem ışıklarının hepsi gerçek. Koca kıta birbirine sürtünerek fay oluşturuyor. İki çakmaktaşını birbirine vurduğunuzda bile kıvılcım çıkıyor, öyle düşünün!”
ANILARIM ELİMDEN ALINDI
“Üniversiteye kadar buradaydım. Çocukluğumda da depremler hatırlıyorum ama çok sık değil… Korkar, evin dışına çıkardık. Ev zarar görmezdi. Depremden sonra baba evine gittiğimde birden anılarım elimden alınmış gibi oldum. Evden çıktıktan sonra başkalarının acısına ortak olduk. Kendi acılarımızın yasını tutamadık çünkü herkes bizim yakınımız; okul arkadaşlarımız, onların çocukları… Yerbilimci olarak depremi çok iyi de tanıyor olsanız duygusal anlamda insansınız. Sizi çok etkiliyor.”
Paylaş