Paylaş
İki ülke, iki farklı siyasi kültür ve iki kadın.
Avusturya'daki ırkçı tırmanış olayı gölgeledi ama geçenlerde kaşla göz arasında Finliler bir kadını cumhurbaşkanı seçiverdiler. Kuzey ülkelerine mahsus sükûnetle karşılandı bu olay.
Amerika gibi her haliyle ‘‘süper’’ ve ‘‘hiper’’ olan bir ülkede ise bir kadının cumhurbaşkanı olmasını düşünmek bile mümkün değil.
O Amerika futbolu denen birinci dereceden erkek saldırganlığına dayalı spor, Amerikalı erkekler ve kadınlar tarafından böylesine büyük bir coşkuyla izlendiği sürece, bu süper gücün kadın cumhurbaşkanı filan olamaz.
Sadece Hillary'si olur.
Hillary mi? Hillary Rodham Clinton mı? Yoksa Hillary Clinton mı olduğuna bir türlü karar verilemeyen bir senatör adayı olur.
Vurgulamak istediğim şu ‘‘doğallık’’ meselesi.
Günlük hayatın ‘‘doğal’’ bir parçası olan kadının, kamu hayatının ‘‘doğal’’ bir parçası olan siyasette bütün ‘‘doğallığıyla’’ yer alması.
Gelişmiş demokrasilerin ‘‘doğallık’’la olan irtibatının en çarpıcı vurgusu da ‘‘kadın’’.
Çünkü gelişmiş demokrasilerin ‘‘en gelişmişleri’’ (İskandinav ülkeleri gibi) kadın cumhurbaşkanıyla hava atmıyor. Kamu alanında kadına suni makamlar tahsis etmiyor. Kadını ve kadının yerini tanımlamakta zorlanmıyor.
Amerika gibi her konuda iddialı bir ülkenin 100 senatöründen sadece 9'u kadın ve şimdi First Lady'si aktif siyasete atılıyor.
Ve de siyasette kadın figürünü ne Hillary, ne toplum tanımlayabiliyor.
* * *
Bilindiği gibi Finlandiya bir Davos yıldızı ya da bir 21. yüzyıl starı filan değil.
Ama yeni binyılın iddialı bir ülkesi olabilmek için gerekli teknolojik hamleyi yapmış. Siyasi hayatı da çağın normallerine getirmiş.
Bu nedenle cumhuriyetini bir kadına teslim ederken şamata etmiyor.
56 yaşındaki Tarja Halonen, Finlandiya'nın eski dışişleri bakanı. Sendikal konularda uzmanlaşmış bir hukukçu. Solun adayı olmasına rağmen merkez sağ kadın seçmeninden de destek alıp seçiliyor.
Halonen, İndra Gandhi veya Golda Meir değil. O günün koşullarının dayattığı ‘‘erkek kadar, hatta erkekten de güçlü kadın’’ beklentisine uymuyor. Zaten öyle bir beklenti de ortada yok.
Halonen'in cumhurbaşkanlığı hayatın siyasete doğrudan yansıması bir anlamda. Siyasi olgunluk ve toplumların yeni talepleri Halonen'leri üretiyor. Finlandiya'nın yeni cumhurbaşkanını 21. yüzyıl demokrasisinin siyasetçisi diye tanımlamak yanlış olmamalı.
Çünkü onun kadınlığın değil, ‘‘sahici modernitenin’’ karşılığı olması önemli!
* * *
Toplumda ve siyasette kadının yerini bir türlü tanımlayamamış olan Amerikalılar ise izlediğim kadarıyla daha şimdiden Hillary yorgunu olmuşlar.
Bu ciddi bir sosyolojik olay.
Başkan adaylarının kampanyası kadar New York Eyaleti'nden senatör adayı olan Hillary Clinton hakkında yazılıp çiziliyor. Ve de Hillary bir türlü ‘‘bir yerlere’’ konuşlandırılamıyor.
Hazırlattığı kampanya filminde kendisini ‘‘Hillary’’ diye tanımlayıp ‘‘Clintonluk’’a mesafe koyuyor. Ama onun gibi başarılı binlerce kadın avukat var New York'ta. Ve senatör adayı olmaları ne ‘‘kolay’’, ne de ‘‘doğal!’’
Hillary Clinton kişisel ihtirası için siyasete giriyor.
İşine geldiği gibi ya ‘‘Hillary’’ ya da ‘‘Hillary Clinton’’ şapkasını giyiyor.
Ve çok kimlikli kampanyaya soyununca da çıkıp ‘‘iyi omlet ve salata yaparım’’ demek zorunda kalıyor. Böylece geleneksel kadın imajının vurgusunu ihmal etmiyor.
Siyaseti ‘‘omlete alet etmek’’. Ya da omleti ‘‘siyasete alet etmek’’.
Sizce hangisi daha demode?
Paylaş