Paylaş
Bir tür paralel ‘‘bakanlar kurulu’’ bu. Üçlü koalisyon hükümetinin siyasi yaşama armağan ettiği yeni bir yöntem.
Nefesler kesiliyor. Hükümet ortağı üç partinin liderlerini bir araya getiren ‘‘zirve’’ bekleniyor.
Zirve öncesi heyecan.
Zirve ortası ve sonrası kalp atışları dinleniyor. Zirveye endeksli borsa endeksi iniyor çıkıyor.
Medyanın gözü kulağı zirvede. Zirve haberini en iyi sızdıran gazetecinin reytingi yükseliyor vs.
Konjonktürel kararların alındığı bu yeni ‘‘uzlaşma platformunun’’ konjonktürel işaretleriyle Türkiye'nin geleceği şekilleniyor.
Eğer işler yolunda giderse o zirvelerden birisi daha bugün yapılacak. ‘‘Baba'nın yerine kimi aday göstereceğiz zirvesi’’nden ‘‘istikrar çıkacak mı çıkmayacak mı’’ diye papatya falı açılacak.
* * *
Zirve öncesi karambolleri izlemekte uzmanlaşmış ‘‘iyi haber alan kaynakların’’ yazdıklarına bakılırsa, koalisyonun minicik ortağı ANAP'ın lideri Mesut Yılmaz cumhurbaşkanı olmak istiyormuş.
Zaten gönlünde yatan aslan buymuş, falan filan. Her seçimde küçüle küçüle un ufak olmuş bir partinin milletvekilleri de genel başkanlarını aday göstereceklermiş.
Bu tablonun üzerinde durmaya değer. Çünkü burada ANAP'sal bir patoloji söz konusu.
Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP, 1991'den bu yana her seçimde ufalarak baraja yaklaşmış bir parti. Bugün seçime girse barajın altına düşmesi kuvvetle muhtemel. Ama kesinlikle başarısızlığını kabul etmiyor. Her başarısızlığın arkasından sorumluluğu başkasına yükleyip ülkenin sahibi gibi dolaşıyor. O kadar sahibi ki kendisinden çok oy almış üç parti varken nedense cumhurbaşkanlığı için en çok Mesut Yılmaz'ın adı geçiyor.
Bugün ANAP milletvekillerine sormak gerekli. Kongrede düşüremedikleri başarısız genel başkanlarından kurtulmak için kendisine cumhurbaşkanlığını mu aramağan etmeye kalkıyorlar?
Bilindiği gibi bu partinin ‘‘armağan’’ anlayışı ‘‘cumhurbaşkanlığından aşağı kurtarmaz’’ zaten!
Böyle bir hesap mutlaka yapılıyordur.
ANAP patolojisinde neredeyse herkes bir küçük Özal'dır, potansiyel başbakandır, cumhurbaşkanıdır. Vizyon kotasından global yetenektir.
Mesut Yılmaz'ı cumhurbaşkanlığına oturtup terfien tasfiye etmeyi planlayan pek çok ANAP'lının gönlünde, ‘‘Abi ben ne iyi genel başkan olurum’’ aslanının kükrediği, kimse için bir sır olmamalı.
Oysa siyasette tasfiyenin yöntemi bu mu?
* * *
Türkiye çok yavaş da olsa gerçek bir tasfiye sürecini başlatıyorsa, çeteye banka satarken yakalanmış bir başbakanın cumhurbaşkanlığı için adı bile telaffuz edilemez.
Türkiye'nin aday olduğu ligde siyasetin gücünü, tasfiye süreçlerinin hızı ve kararlılığı belirliyor. İki Almanya'yı birleştiren Kohl bile partisine bağış aldığı için bugün artık ‘‘yok’’. Bu ‘‘yok’’ oluş demokrasiye olan güvenin de tazelenmesi bir anlamda. Alman siyasetinin başarı öyküsü demek yanlış olmamalı.
ANAP'a gelince, bu parti kendi problemleriyle ülkenin gündemini daha ne kadar zaman işgal etmeye devam edecek?
Olay o kadar net ki!
Avrupa Birliği'ne aday bir ülkede çeteye banka satarken yakalanmış bir başbakanın, cumhurbaşkanlığına adaylığı düşünülemez.
ANAP iç sorunlarını kendi içinde çözemiyorsa, buna cumhurbaşkanlığı makamını alet edemez.
Bu tür demode siyaset entrikalarını yıllardır ‘‘ANAP ekonomiyi bilir’’ safsatasıyla sattılar. Bildiklerini iddia ettikleri ekonomi de bugün bir IMF memuruna teslim edildi. Şimdi hangi bilançoya dayanarak genel başkanlarını cumhurbaşkanlığına taşımaya kalkıyorlar?
Türkiye'nin tek bir toplum projesi var, o da birinci lige demir atmak. Bu nedenle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin standardını bu ligin normları belirleyecek.
O normlar çok net olduğuna göre kimlerin cumhurbaşkanı olamayacağı da belli değil mi?
Paylaş