Paylaş
Avrupa'yla ilişkiler sersemce iyimserliklere ve de kompleksli küskünlüklere neden olmayacak kadar önemli.
Bu açıdan Avrupa Birliği'nin geçen hafta yayınladığı ve Türkiye'de ‘On ikinci aday olduk’ sevincini yaratan raporu soğukkanlılıkla tahlil etmek gerekiyor.
Şimdi biz on ikinci aday mıyız?
Bu soruyu önceki gün Türkiye-Avrupa ilişkilerini yakından izleyen bir Fransız bilim adamına yönelttim. Ve şu yanıtı aldım: ‘Yayınlanan raporun hiçbir hukuki anlamı yok ama politik bir açılım söz konusu. Bu açılımın da çeşitli nedenleri var.’
Hukuki anlamı olmayan bir metin için ‘düğün bayram yapılır mı’? Hayır.
Peki küsüp kenara çekilinir mi? Kesinlikle hayır.
O zaman raporu iyi tahlil edip doğru sonuçları çıkartmak gerekiyor.
1- Yeni politik açılım diye yorumlanan olay şu.
Geçtiğimiz hafta AB, tüm aday ülkeler için hazırlamış olduğu ilk dönemli raporları yayınladı. On bir ülkenin yanısıra Türkiye'yi de kapsıyor bu raporlar.
2- On bir'lerle birlikte Türkiye için de rapor hazırlandı diye ‘On ikinci aday olduk bayramını’ resmen başlatmak doğru mu? Sanmıyorum.
3- Peki bu jest neden yapıldı?
Lüksemburg Ayrımcılık Belgesi'nin Avrupa uygarlığına yönelik açık tehdidi aklı başında Avrupalı'larca eleştiriliyor artık. Avrupa'nın karar odaklarını yönlendiren aydınlarla yaptığım görüşmeleri anımsıyorum. Sayıları giderek artan bu düşünürler, Lüksemburg kararlarının Avrupa tarihine sürülmüş korkunç bir leke olduğunu açıkça telaffuz etmeye başladılar.
Kısaca Avrupa'nın kendi problemlerini, Türkiye'yi dışlayarak çözme politikaları tutmadı. Şimdi bu huzursuzluğu ucuza kapatma arayışı ön planda.
Bulunan formül de hiçbir bir şey yapmadan yapmış gibi gözükmek ve de ‘Türkler de rahatladı’ deme fırsatını yaratmak.
4- Lüksemburg kararları Türkiye'yi kapının dışında tutma kararlarıdır. Lüksemburg'u teyid edip ardından ‘Türkiye’yi tam entegrasyonun gündemine alıyorum' demek hiç inandırıcı olmuyor. Zaten AB'nin Ankara temsilcisi Karen Fogg, statü değişikliği olmadığını söyledi.
5- Raporu okudum. AB, Bulgaristan'dan Romanya'ya kadar Lüksemburg'ta yeşil ışık yaktığı ülkelere ‘Kopenhag kriterlerine uyuyor’ notlarını düşmüş. Nedir bu kriterler? İnsan hakları, demokrasi, çok seslilik vs.
İlginçtir, Lüksemburg'ta on birler'e AB'den içeri girmek için bilet kesiliyor. Kopenhag kriterlerine uyum koşulu filan aranmadan. On ay geçiyor, biletçi rapor yayınlıyor, ‘Arslanlarım Kopenhag kriterlerine uyuyorsunuz’ diye ilan ediyor.
Şimdi Türkiye, Kopenhag kriterlerine uyarsa Lüksemburg'ta bir Bulgaristan'a sunulan statüye gelecek. Kısaca, Kopenhag kriterleri adamına göre uygulanıyor.
6- İngiltere'nin takıntılarıyla Kıbrıs sorununu aceleye getirmek isteyen Avrupa, Kıbrıs dosyasını yüzüne gözüne bulaştırdı. Şimdi İngiliz Dışişleri Bakanı çıkıp Güney Kıbrıs'a ‘Görüşmeler iyi gidiyor S-300’den vazgeçin' diyebiliyor. Yani açıkça silahlanan bir ülkeye ‘buyur’ deniliyor. Londra ve Zürih Antlaşmaları ihlal edilerek. Bunun tercümesi, ‘Biz, uluslararası hukuku ihlal edecek kadar güçlüyüz’ demek değil mi?
7- Yunanlı 109 milletvekili terör örgütünün başı APO'yu Yunanistan'da ağırlamak için oy kullanıyor. Bu zihniyetteki milletvekillerine sahip bir ülke, AB'in Türkiye politikasında etkili olabiliyor. Ve AB, bu problemli üyesinin istekleri doğrultusunda politika oluşturabiliyor.
8- Her yanlışı düzeltmek mümkün. Avrupa Konferansı'na Türkiye'yi çağırmak için dayattığı koşullardan birkaç gün içinde vazgeçen Avrupa, şimdi bu politik açılımı daha ciddi bir zemine oturtabilir. Yani yanlışını düzeltmek için daha net bir tavır sergileyebilir. Eğer tam üyelik konusunda samimiyse.
Avrupa iyi bir entegrasyon modelininin mantığını yeniden düşünmek zorunda. Lüksemburg'ta Avrupalılar, Avrupa uygarlığına tecavüz ettiler. Çarkı geri döndürmek isteyenler hortladı. O hortlaklara Avrupa'nın geleceğini teslim etmemek tarihi bir sorumluluk.
Eğer Avrupa bu bilinçle bir siyasi açılım başlatıyorsa biz de sarılalım bu girişime. Çünkü kamuoyunun çetelerle mücadale için ortaya koyduğu iradenin doğal uzantısı AB'yle entegrasyonun koşulları hazırlamak olmalı. En başta demokratikleşmeyi hızlandırarak.
Paylaş