Paylaş
Geçen yıllara göre ifadeleri ‘daha yumuşak’ ve Ankara’nın sert tepkisine neden olmayacak şekilde vurgulamaya özen gösterilen raporda, eleştiriler yine bu üslup içerisinde yer aldı. Yani, ‘Zaten aksak giden ilişkiler, üslup nedeniyle daha da karmaşık hale gelmesin. Övgülerin dozu biraz artarken, arada eleştiriler de eksiksiz yerini bulsun’ anlayışı rapora hâkim…
Gezi olayları
Bence bu yılki raporun en önemli bölümü, ‘Gezi Olayları’ sonrasında yapılan tespitler içinde yer alan, ‘Türkiye’de sivil toplum algısının hala demokrasi içinde yer bulamamasına’ yapılan vurgu oldu. Daha önceki raporlarda bu durumun yeterince vurgulanmamış olmasının en önemli nedeni, AB Komisyonu’nun ‘Taksim’ olaylarından çıkardığı önemli bir tespitti.
Raporda bu bölüm aynen şu şekilde yer aldı: “Gezi olayları bize şunu gösterdi: Görülüyor ki hala Türkiye’de sivil toplum, demokrasinin önemli ve yasal bir paydaşı olarak algılanmamaktadır. Gezi Parkı olayları ile ilgili İstanbul ve diğer illerdeki gösteriler, Türkiye’de sivil toplumun geliştiğini ve giderek etkili olduğunu gösteriyor. Yasal çerçeve Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) işleyişini engellemektedir. Aşırı bürokrasi sivil toplum katılımını cesaretlendirmemektedir. STK’ların siyasete katılımı için mekanizmalar bulunmamaktadır. Dernek ve Vakıfların Kamu Kurumlarıyla İlişkilerine Dair Yasa uygulamaya konulmalıdır.
Mevcut durumda denetim ve cezalarla ilgili alanlarda sorun çıkmaktadır. Hükümet-sivil toplum ve parlamento-sivil toplum ilişkileri sistemli ve düzenli bir danışma süreci içinde geliştirilmelidir. Bu süreç, yasama sürecinin ve idarenin yasa yapım dışındaki icraatının bir parçası olmalıdır”.
AB Gül’ü tercih ediyor
Aslında bu saptama, Türkiye’nin ileri demokrasilere göre ‘en büyük eksikliğini’ vurgulaması açısından oldukça çarpıcı geldi bana. Bu nedenle raporun en can alıcı bölümü olduğu görüşündeyim.
Rapor bu saptamanın yanı sıra, Gezi olaylarında hükümetin ‘kutuplaştırıcı’, ‘dayatmacı’ ve ‘baskıcı’ bir tavır takındığı görüşünü taşıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ise, hem bu süre içinde, hem de AB sürecine olan bağlılığı konusunda ‘yapıcı’, ‘uzlaşmacı’ ve ‘birleştirici’ tavır aldığı saptamasında bulunuyor. Yani rapor açıkça, ‘AB, Gül’ü, Erdoğan’a tercih etmektedir’ görüşünü dolaylı da olsa ortaya koyuyor.
Ve basın konusu… İşte burada AB pek lafını esirgemiyor. Hükümet görevlilerinin basın üzerindeki baskıları, oto-sansür, eleştiri yapan gazetecilerin görevlerine son verilmesi, internet sitelerinin yasaklanması gibi uygulamaların sürdüğünü, yargı ve medya denetim kuruluşunun yaklaşımları nedeniyle ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğünün pratikte baskı altında olduğunu söylüyor.
Raporun Kıbrıs bölümü ise, tamamen Güney Kıbrıs’ın beklentilerini karşılıyor. Aksi durumun zaten beklenmesi garip olurdu. Raporun ‘oy birliği’ ile onaylanması ve bu heyetin içinde Rumların da olduğunu bilmek yeterli…
Türkiye’nin BM Genel Sekreteri himayesindeki müzakerelere Türkiye’nin desteğinin devam ettiğini, Güney Kıbrıs’taki seçimler sonrası Ankara’nın birçok defalar müzakerelere yeniden başlanması yönünde çağrı yaptığını teslim eden rapor, ‘Rum ağzı’ ile devam ediyor.
Övgü de var beklenti de
AB, reformlar konusunda Türkiye’yi ‘cesaretlendirici’, ‘teşvik edici’ ifadelerini de esirgemiyor. 30 Eylül’de açıklanan ‘Demokratikleşme Paketine’ ‘uygulamayı görme’ rezerviyle övgü yapıyor. Bu alanda Ankara’nın ‘İlerleme Raporu’nun yayımlanmasından birkaç gün önce açıklanan ‘Demokratikleşme Paketi’ ile ilgili beklentisini yerine getiriyor. Ancak eksiklikler hiç ‘cimri davranmadan’ bir bir sıralanıyor. Kadın hakları, kültürel haklar, din ve vicdan özgürlüğü, azınlık hakları vs.
Kısaca bu yıl ki rapor, demokrasi ve insan hakları alanındaki sorunları açıkça ortaya koyuyor ancak, her an ipleri koparmaya hazır olan Ankara’yı kızdırma ve tepkisini çekme ihtimalini de göz önüne alarak, yani ‘üslubunca’ bunları yapıyor.
Paylaş