Diskoteğin kaçak duvarı çöktü, mışıl mışıl uyuyan çocuk öldü. Cevahir Alışveriş Merkezi’nde korkuluksuz yürüyen merdivenden bir çocuk düşüp öldü, ders alınmadı bir hafta sonra bir çocuk daha düşüp öldü. İstanbul Belediyesi, söktürdüğü rögar kapağına yeterli önlem alınmasını sağlamadı, bir çocuk lağım sularında çırpına çırpına boğularak öldü. İzmir’de çökme tehlikesi olduğu tespit edilen bir bina zamanında yıkılmadı ve binadan kopan parçalar ikiz kardeşleri öldürdü...
Tüm bunlara rağmen, felaketlere davetiye çıkaran kurumların yetkililerinin vurdumduymazlığı devam ediyor.
Bu vurdumduymazlardan biri de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde. Bizzat yaşayarak tanık oldum.
Vakıflar’ın İstanbul, Arnavutköy’de çökme tehlikesi olan metruk bir binası var. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce bir pislik abidesi olarak yıllardır öyle tutuluyor.
İki yıl önce Vakıflar İstanbul Bölge Müdürü Adnan Ertem’i durumdan haberdar ettik. Telefonda baştan savma ilgilendiği izlenimini alınca makamında ziyaret ettik. İşi resmiyete dökmek için dilekçe verdik. Aradan bir yıl geçip sonuç alamayınca yeni bir dilekçe daha verdik.
Yok, umurlarında değil adamların. İki yıl geçti ve yıkılma tehlikesi olan, çevreye pislik saçan bina olduğu yerde duruyor.
Son aldığımız cevap ise Vakıflar’ın tutumunun tüm İstanbul ve hatta belki tüm Türkiye için büyük bir tehdit oluşturduğunun göstergesi.
Efendim, Vakıflar Müdürlüğü sahibi olduğu binaların bakımıyla uğraşamazmış. İhale ile kiraya çıkaracaklarmış, binayı kiracı yenileyecekmiş.
Vakıflar Bölge Müdürü’nün zihniyeti buysa, İstanbul’da kaç çocuğun yaşamı Vakıflar’a ait bakımı yapılmayan harap binalarının tehdidi altında, kaç bin kişinin sağlığı bu binalardan etrafa saçılan pisliklerden etkileniyor, varın siz hesaplayın.
Bir sözüm de İstanbul Belediyesi’ne. Hadi Vakıflar sorumsuz, İstanbul Belediyesi olarak siz neden bu sorumsuzluğa göz yumuyorsunuz? Siz neden bu binaları, böylesi bir pislik içinde ve çökme riski altında tutmalarına izin veriyorsunuz?
Modern rakı sofrası
Rakılı bir kokteyl tattınız mı? Elda’nın yeni rakısı Kara Efe’nin, modernize edilmiş Türk mezeleriyle uyumunu sergilemek amacıyla bir grup yemek yazarına verilen yemek öncesinde rakı kokteylleri sunuldu. Barmen Elif Tosun’un Kara Efe kullanarak yaptığı kokteyllerin hepsi birbirinden güzeldi ama ben en çok emsalsiz bir serinlik hissi veren Harman Dalı’na bayıldım.
Mövenpick İstanbul’un yeni şefi Maximillian J.W. Thomae ise birbirinden ilginç ve bir o kadar leziz modern mezeler hazırlamıştı yemek için. Türk bir anneye sahip olma, 15 yıla yakın Türkiye’de çalışma ve Michelin yıldızlı şeflerin yanında edinilen deneyim, en tutucu rakıcıları bile memnun edecek modernize edilmiş mezeler çıkarmış ortaya.
Örneğin ezmeli yemekler açısından zengin olan meze sofrasında terinlere yer vermek en baba rakıcının bile fazla yadırgamayacağı bir yenilik. Hele Domates Özü Mantosu’nda sunulan bir Beyaz Peynir Terin’i vardı ki, o gün sofrada bulunup da beğenmeyen çıkmadı.
Kara Efe’nin kendisi de çok yenilikçi bir rakı. Dünya içki kültüründeki trendlere uygun olarak tam üç kez distile edilmiş. Yüzde yüz yaş üzümden üretiliyor ve su olarak 2 bin metre rakımlı Bozdağ’dan getirilen saf kaynak suyu kullanılıyor yapımında. Tüm bunlar Kara Efe’ye başka hiçbir rakıda olmayan, yemeklerin tadını fazla bastırmayan zarafette bir tat veriyor.
Bizim o günkü mönümüz tamamen modernize edilmiş mezelerden oluşuyordu. Deneysel özelliği olan özel bir davet için uygundu kuşkusuz ama pratikte bu modern mezeler, klasik mezelerle harmanlanarak sunulursa hem klasik rakıcıları hem de rakıyı tanımaya çalışan yabancı yemek meraklılarını memnun edecek bir mönü ortaya çıkar. Doğrusu rakıyı dünyaya tanıtmak ve şık sofraların da içeceği yapmak adına buna çok ihtiyacımız var.
Bu arada Kara Efe’nin etiketinde tek yıldız kullanılmasından şüphelendiğimi de ekleyeyim. Bana sanki, Elda’cılar bunun arkasını da getirecek, yakında üç yıldızlı, beş yıldızlı Efeler de çıkaracaklarmış gibi geliyor. Bir de tabii hanımlara yönelik bir Beyaz Efe ya da Pembe Efe de beklemiyor değilim.