Yurtdışında Türklere rastlama olasılığınızın çok yüksek olduğu yerler bellidir; alışveriş merkezleri ve ünlü markaların mağazalarının sıralandığı caddeler...
Bir vatandaşımızla karşılaşma olasılığınızın sıfıra yakın olduğu yerler de bellidir; iyi restoranlar ve sanat müzeleri...
Günah sadece biz sade vatandaşlarda değil tabii ki. Devlet bürokrasisiyle yönetilen müzelerimizin sanatı popülerleştirecek adımlar atmaktan on yıllar boyunca kaçınmış olması.
İstanbul Modern ve ardından Sabancı Müzesi sanatı popülerleştirmek adına son yıllarda önemli adımlar attılar ama yeterli değil.
Bayram tatilini fırsat bilip, ailece müze ziyareti yapmayı kaç kişi planlamıştır dersiniz?
Çoluk çocuk ailecek gezilebilecek sadece tek müzemiz var, o da İstanbul Modern... Sabancı Müzesi ise bu konuda yetersiz.
Kitlelerin sanata ilgisini çekmek tek bir müzeyle olacak iş değil tabii ki.
Batılı ülkelerde ise sanat müzeleri hafta sonlarında, bayram tatillerinde dolup taşıyor.
Bu da sebepsiz değil. Sokaktaki sıradan vatandaş içinde sanat aşkıyla yanıp tutuşmuyor, oralarda da.
Ama örneğin Londra Tate Modern’in müzeye yeni kurduğu "attraction"a bir bakın (Popüler müzeciliğin vazgeçilmez kavramına bir Türkçe karşılık üretememiş olmamız bile çoğu şeyi açıklıyor aslında).
Tate Modern’i ziyaret edenler müzenin avlusuna kurulmuş, beş kat yüksekliğindeki tavandan ve çeşitli katlardan zemine döne döne inen spiral tüplerle karşılaşıyorlar.
Tüplerin görüntüsü de bir sanat eserine yakışacak kadar estetik ama asıl ilginç yanı formundan çok işlevinde.
Bu tüpler, birer kaydırak aslında. Alman sanatçı Carsten Höller’in "Test Site" isimli eseri, kaydırakların da şehirlerde stres atıcı, eğlenceli birer ulaşım aracı olarak kullanılabileceği mesajını iletmeye çalışıyor.
Höller eseri için, "Beden ve beyin için bir oyun parkı" diyor, "Hem sanat, hem değil."
Sanatçı bu kaydıraklardan birini ünlü İtalyan modacı Miuccia Prada’nın ofisine de kurmuş. Prada kaydırağı en üst kattaki ofisinden, otoparktaki arabasına birkaç saniyede ulaşmak için kullanıyormuş.
Kaydırakların Tate Modern için anlamı ise sergilenen bir sanat eseri olmanın ötesinde kitleleri müzeye çekecek bir araç işlevi görmesinde.
Kurulduklarından bu yana başlarında oluşan kuyruklar her geçen gün daha da uzuyor.
Darısı başımıza...
San Francisco’da arkadaş arayanlar
Olur ya bir gün gerçekleşse, kongre şehri olmak İstanbul’a çok şey katacak. Ama altyapı olarak daha yapılması gereken o kadar şey var ki, ölme eşeğim ölme...
Bayramı Oracle OpenWorld Konferansı’nı izlemek üzere San Francisco’da geçiriyorum.
Konferansa katılmak üzere tam 42 bin kişi San Francisco’nun küçük şehir merkezine üşüşmüş durumda.
Buna karşılık ne trafik var ne de bir karmaşa.
Beş gün süren konferansa katılan ziyaretçilerin şehrin ekonomisine 60 milyon dolar gelir bırakması bekleniyor.
Bu 60 milyonun 10-15 milyon doları vergi geliri olarak direkt belediye kasasına girecek.
Konferansa şehir dışından katılım rakamı San Francisco için bir rekor.
Bu rekor katılımın nedeni Oracle’ın son bir senede tam 12 şirket satın alarak gösterdiği büyüme hızı.
Şehirdeki otellerin hepsi dolu. Restoranlardaki, kafelerdeki garsonlar masaları tıka basa dolduran müşterilere yetişmeye çalışıyorlar. Yetişiyorlar da...
Beş gün sürecek konferans için bir yıl boyunca yüz kişi tam mesai çalışmış.
Konferans merkezine kurulu bilgisayarları birbirine bağlayan ağda toplam 200 km. uzunluğunda kablo kullanılmış. En ilginç rakamlar ise İnternet’teki Craigslist isimli meşhur seri ilan sitesinden.
Konferansın başladığı pazartesi günü 35 arkadaş arama ilanı yayınlanmış.
Bu 35 ilandan 13’ü kadın arkadaş arayan erkekler, 21’i erkek arayan erkekler tarafından verilmiş.
Geriye kalan 1 ilan mı? Onu da kadın arkadaş arayan bir kadın vermiş.