Türkiye’nin zaten ABD’den ileride olduğuna, ama müttefikleri yenildiği için hükmen mağlup sayıldığına inananların sayısı Hürriyet okurları içinde bile azımsanamayacak sayıdadır eminim.
Doğrudur, haklarını teslim etmek gerekir... Biz ABD’den çok ileriyiz ama müttefiklerimiz yenildiği için mağlup sayılıyoruz.
ABD’liler cahildir. ABD’lileri Amerikalı diye anan yazarlardan bile daha cahillerdir.
Örneğin çoğu Türkiye’yi ortadoğu ülkesi sanır. Avrupa Birliği’ne yirmi küsür yıl sonra belki kabul edileceğimizden habersizlerdir.
Sıradan bir Türk gazete yazarı ABD halkını, New York’ta bindiği taksinin şoförüyle özdeş sayar. Özdeş saymakla da kalmaz, taksi şoförünü İstanbul, Nişantaşı, Touchdown Cafe’deki sarhoş burjuva ücretlisiyle karşılaştırır.
Touchdown’daki sarhoşun Nassau hakkında tek bir kelime edememesine takılmaz ama New York’lu taksi şoförünün Tayyip Erdoğan’ı demokrasi havarisi sanmasına hayret eder, Türkiye’yi Suudi şeyhlikleriyle karıştırmasına içerler.
Bir haftadır New York’tayım. New York’a bu belki de yirminci gelişim.
İlki hemen hemen 15 yıl önceydi. New York da tabii ki gelişiyor, değişiyor. Değişmese çoktan yakalardık.
İlk geldiğimde sigara yasağı yeni yeni deneniyordu.
Woody Allen’ı dinlemeye gittiğimde, o zamanlar henüz bağımlı olduğumdan, sık sık yemek masasından kalkıp sigara içmenin tek serbest olduğu bara yollandığımı hatırlıyorum.
New York bugün çok farklı. Taksiler bile değişti. Metro bir dolardan iki dolara çıktı. Sokak sandviççilerinde satılan sosisliler de aynen...
Hatırlıyorum, sekiz yıl kadar önce New York sokaklarında dolaşırken en büyük merakım, her bakkalın kapısının dışında buzlar içinde teşhir edilen plastik şişelerdeki taze sıkılmış meyve sularından alıp, içe içe sokakları arşınlamaktı.
Bugün artık o her köşe başında satılan taze meyve suları yok. Ama çok güçlü bir organik ürün talebi var.
Özellikle de "upper west side" olarak anılan NY’un tam ortasındaki "Central Park"ın güneybatısındaki bölgede.
Daha çok NY’lu yahudilerin yaşadığı bu bölgede tam bir organik ürün çılgınlığı yaşanıyor.
Neredeyse her köşebaşını organik ürünler satan süpermarketler tutmuş. Kuru temizlemeciler bile kapılarına "Organik kuru temizleme" tabelaları asmışlar.
Kısacası NY’ta sağlıklı yaşam ve beslenmenin yerine organik beslenme ve yaşam almış.
Yakında İstanbul’da da görürüz.
Bu İstanbul’dan adam çıkmaz
ABD ile aramızda büyük bir uçurum var. Ne kadar kabul etmesek de bu böyle...
Peki bu uçurumu nasıl kapatacağız?
Biz aslında şöyle büyüğüz, böyle büyüğüz diyerek kapatamayacağımız kesin.
Tek şansımız var, daha zeki, daha yaratıcı nesiller geliştirmek.
Peki ama bunu yapabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum.
ABD’de çocuklar öyle bir ortamda büyüyor ve yetiştiriliyorlar ki, değil bir nesil, on nesil geçse ABD’yi yakalamamız mümkün değil.
Bir kere ABD’de çocuklar sigara dumanından tamamen muaf ortamlarda büyüyorlar. Evleri, restoranları, kafeleri geçtim, sokakta bile sigara dumanına maruz kalmaları olanaksıza yakın. Bu da beyinlerinin daha çok küçük yaşta zarar görmesini engelliyor.
Türkiye’de ise bir bebeğin beyninin sigara dumanından zarar görmeden gelişmesinin olanağı yok.
İkincisi şehircilik öylesine gelişmiş ki, aileler bebeklerini her an sokağa çıkartabiliyor, her yere onlarla birlikte gidebiliyorlar. Bizde ise bebekle sokağa çıkıp, yürümek olanaksız gibi. Bu da Türk bebeklerinin büyürken daha az uyaranla karşılaşması, yani zekalarının daha az gelişmesi demek.
Üçüncüsü, her mahalede olan çocuk parkları. Ama bunları bizdeki köpek pisliğinden geçilmeyen parklarla karıştırmamak gerekiyor.
ABD’deki çocuk parkları, bal dök yala cinsinden... Bu da belediyeler kadar şehirlilerin de kültürü sayesinde gerçekleşiyor.
Kısacası biz bebeklerimize köpeklerimiz kadar sevgi ve itina gösteremediğimiz için ABD’yi yakalamayı asla beklemeyelim. Gerisi fasa fiso...
THY’de güvenlik çatlaklara kalmış
Geçen hafta İstanbul-New York seferini yaparken Münih üzerinden gerisin geri dönen THY uçağında ben de vardım. Eşim ve bebeğimle birlikte...
Normalde kimsenin ruhunun duymayacağı bir rezaletti bu. Ama Atatürk havalimanında ikinci bir THY uçağına aktarılmayı beklerken cep telefonuyla gazeteyi arayıp haber verdiğim için medyaya yansıdı. Şahan’ın Fenerbahçe forması giymemek için ABD’ye kaçtığı iddiası da bu mecburi iniş nedeniyle ortaya atıldı.
Ama işin asıl ciddi yönü üzerinde bence hiç durulmadı.
Düşünün... THY uçağının kokpit (pilot kabini) camı çatlıyor ve THY uçağı en yakın havalimanına inmek yerine çatlak camla iki buçuk saat uçmayı, camdaki çatlağın büyümesini hatta camın patlamasını göze alıp taa İstanbul’a geri dönüyor.
Nedeni mi? Basit. THY uçağı, kokpit camı çatladığında Münih’e acil iniş yapacak olsa, THY’nin değil Almanların teknik servisine girecek ve İstanbul’dakinin kat kat üzerinde bir fatura ödemek zorunda kalacacak.
Uçaktaki yolcuların yaşamının önemi nedir ki? Uçarsın çatlak kokpit camıyla iki buçuk saat geri, olur biter...
İkinci uçakta tam on buçuk saat boyunca, sürekli sigara içen pilot yüzünden keşhane gibi bir ortamda uçmamız da ayrı bir kepazelikti.
Çatlak camlı uçakla iki buçuk saat uçmayı başarıp ölmedik belki ama uçaktaki yolculardan kaçı sigara bağımlısı pilot yüzünden kanser olup ölecek orası meçhul ne yazık ki...