Gelin önyargılara kapılmadan, ezberci davranmadan tartışalım demiş.
"Peki ama ’kansere yenilenler’ sevgisiz miydi?" diye soruyor.
Değildi tabii. En azından bazıları.
Anahtar kanseri yenmek için sevginin yeterli olmaması ama şart olmasında.
Kanseri en iyi ölümcül hastalık olarak anmamın nedeni de insana kendiyle hesaplaşabilmesi için zaman bırakması.
Sevgiyi bulması için bir şans daha tanıması.
Kanserle tanışan birinin kanseri yenebilmesi için önce eşinin, ailesinin, dostlarının sevgisine ihtiyacı var. Ama yeterli değil kendi iç sevgisine de muhtaç.
Haşmet Babaoğlu çok güzel bir soru daha sormuş.
"Ne yani? Bazıları bu ’amansız hastalığa’ karşı mücadele verip galip geliyor, bazıları da yeniliyor mu?" diyor.
Hayır çünkü kanseri yenmenin yolu mücadeleden değil teslimiyetten geçiyor.
Kanseri yenmek demek de ne demek zaten?
80 yaşında yakalanmış birinin beş yıl daha mı yaşaması?
Sekiz yaşında tanışan birinin 25 yaşında trafik kazasında mı ölmesi?
Zafer ölmemekse eğer, mutlak zafer hep ölümün değil mi?
Peki ya zafer, hayatta kalmak değil de ölümle barışmaksa?
İşte o zaman kanser insana, kansere yakalanmayan çok az kişiye nasip olan mutlak zaferi tatma şansı veriyor.
Ölümle barışıp, mutlak zaferi kazandıktan sonra ise kanserle dostluk maçı başlıyor.
Mücadele, şampiyonluktan sonra yapılan bu dostluk maçından galip çıkmak için gerekiyor.
O da az çetin bir mücadele değil, ayrı konu...
Kazanmak için mücadele gücü de yeterli değil. Yeterince erken teşhis, doğru tedavi yönteminin seçilmesi, maddi olanaklar gibi mücadele dışı önemli kriterler de var.
Ama şampiyon olduktan sonra, gerisi vakit kazanma...
Sevgili Haşmet de cevabı başlığında bulmuş aslında, "kanserle arkadaş olmak"... Oksimoron değil bu, yaşamla arkadaş olmaktan farklı bir anlamı yok.
Ölüm yaşamın ayrılmaz bir parçası. Ölümle barışmadıkça yaşamla barışık olmak imkansız.
Yaşamak çok güzel...
TV’de kötü yola düşürme yarışması
Popstar yarışması, dans yarışması, türkü yarışması derken olacağı buydu.
Sonunda Arap dansları yarışması da başladı.
Yarışmanın yapımcıları yarışmanın temasına kendilerini o kadar kaptırmışlar ki danslardaki arabeskliği programın yapımına da taşımışlar.
19 yaşında bir kız. Baba dayağından bıkmış, ailesinden ayrılmış. 18 yaşından büyük, rüştünü ispatlamış, kim ne karışır?
Jüri üyelerinden Tanyeli başladı kızı hırpalamaya, suçlamaya...
Ailesi böyle bir yarışmaya katılmasına ne dermiş? Babası kemiklerini kırar mıymış?
Nerede yatıp, kalkıyormuş? Kendisini bekleyen hayatı düşünmüş müymüş?
Yaptığı her uyarı, oryantal dünyasına girmenin kötü yola düşmekle eş anlamlı olduğunu vurguluyor.
Gerçi örneklerin çoğuna bakılırsa, haklı olduğu da söylenebilir.
Kızcağız ağlıyor, Tanyeli içeri gidip iyice düşünmesini ve öyle gelmesini söylüyor.