Kendimi olimpiyat şampiyonu gibi hissettim. Yol kenarında, önlerinden geçerken coşkuyla alkışlayan ve el sallayan bir kalabalık. Bir önceki koşucuyu beklerken ve meşaleyi bir sonraki koşucuya teslim ettikten sonra seyircilerle içiçe yaşanan içten beraberlik. Birlikte fotoğraf ve video çektirmek isteyen genç, yaşlı bir sürü insan... Koşu boyunca takip eden TV kameraları, basın konvoyu... Ve belki de hepsinden önemlisi, olimpiyat gibi tüm dünyayı saran heyecanın aktif bir katılımcısı olmak...
2006 Kış Olimpiyatları’nın 11 bin km’lik Meşale Koşusu’nda Türkiye’yi temsil eden 10 kişilik ekibin bir üyesiydim. Toplam 10.001 koşucunun İtalya dışından seçilen 1900’ünün sponsoru
Samsung’un ev sahipliğinde Torino’ya gittik.Olimpiyat şampiyonu atıcı
Korhan Yamaç, olimpiyat ikincisi
Bahri Tanrıkulu, Avrupa rüzgar sörfü şampiyonu ve NTV sunucusu
Çağla Kubat, ekonomist
Deniz Gökçe, Milliyet spor yazarı
Mehmet Demirkol,
Tijen Ertuna Tarınç, Sebahattin Yaman ve
Hasan Çağlayan Dündar... Bir de İtalya İstanbul Konsolosluğu’nun vurdumduymazlığı nedeniyle vize alamayıp koşuya katılamayan
Mehmet Günsür’ün yerine koşan
Nevra Sezer. Bu on kişiye ek olarak bizi misafir eden
Aysun Karabıyık ile NTV Roma temsilcisi
Lütfullah Göktaş.Çok farklı geçmişlere sahip, çok farklı yaş gruplarından ve çok farklı sektörlerde çalışan 12 kişi olmamıza rağmen, kısa sürede kırk yıldır birbirini tanıyan bir arkadaş grubu gibi olduk. Bu da olimpiyat ruhunun insanları yakınlaştırıcı sihriyle, Samsung’un koşucuları bu ruha uygun seçmekteki başarısının bir kanıtıydı herhalde.
Palermo köklü, renkli bir tarihe sahip büyük bir şehir.
Sicilya adasının kuzeyindeki tarihi şehir çok farklı medeniyetleri ağırlamış.
Fenikeliler tarafından kurulan şehirde
Viking ve
Arap kültürünün izleri her yerde kendini gösteriyor.Öte yandan Palermo için şimdiye kadar gördüğüm en pis şehir de diyebilirim. Sokakları pislik götürüyor. Pislik dediysem öyle kirlilik anlamında değil. O
üç harfli kelimenin eş anlamlısı pislik anlamında.Öte yandan insanlarının cana yakınlığı herşeyi unutturuyor. Ama dünyanın belki de en şamatacı korna kakafonisini duymamak için kulaklarınızı tıkamaktan başka çareniz yok.Meşaleyi taşırken ise bambaşka bir dünyada hissettim kendimi. İtalya’da değildim, önlerinden geçerken el sallayan, alkış tutan insanlar da İtalyan değildi.
Dünya’da koşuyordum ve herkes dünyalıydı.Meşaleyi ilk elime aldığımda, bu kadar ağır ve dengesiz bir şeyle 300 metreyi nasıl koşacağım diye kara kara düşünmüştüm. Koşmaya başlayınca tüy gibi geldi. Metreler çok hızlı geçti. Ateşi bir sonraki koşucuya geçirirken,
keşke yürüseydim de bu
mutluluğu daha uzun yaşasaydım diye düşündüm.
Mönüsünde tek marka şarap olan yere restoran denmezSabah’tan
Aydın Ayaydın ikidir
‘şarapta rekabet ihlali’ diye bir konuyu gündeme getirmeye çalışıyor.
Kavaklıdere ve
Doluca’nın piyasadaki hakim konumlarından yararlanarak restoranlarla sadece kendi şaraplarını satmak üzere anlaşma yaptıklarını, mönülerinde birden fazla marka şarap bulundurmak isteyenlere diğerlerine yaptıkları indirimi yapmadıklarını aktarıyor. Ve diyor ki, bu uygulama küçük şarap üreticilerinin büyümesini önlüyor.Peki Doluca ve Kavaklıdere
süpermarketlerde ne yapıyor da, diğer şarap markalarından daha fazla satıyorlar. Her markette, her şarap satılıyor. Ama diğer markaların satışı, bu marketlerde de iki ünlü markanın satış rakamlarına yaklaşamıyor.Demek ki Doluca ve Kavaklıdere’nin çok satmasının nedeni
rekabet ihlali değil, müşteri tercihi. Diğer markalar bu gibi suçlamalarla uğraşacaklarına kendi kalitelerini yükseltmek için çaba gösterseler, daha verimli sonuçlar alırlar. Bir de tabii sektörün böyle birbirini didiklemek yerine
şarap düşmanı hükümetle çok daha etkin ve güçbirliği etmiş bir şekilde savaşması gerekiyor. Verilen indirimlere kanıp mönülerinde sadece tek bir şarap markası bulunduran restoranlara gelince. Yeme, içme kültürü olanlar bu tip yerlere restoran demez zaten. Restoran müşterilerinin kültürü artıkça,
sonradan görmelerin zevki belirleyici olmaktan çıkacak ve mönüsünde tek marka şarap bulunduran restoranların yüzüne bakan kalmayacaktır.Şarap üreticilerimizin
vıdı vıdı yapmak yerine bu kültürü yaymaya çalışmasında da büyük fayda var.
İtalya sigarayı iyi halletmişPalermo’nun en güzel yanı, tüm İtalya’da olduğu gibi restoranlarda, kafelerde, tüm kapalı alanlarda
sigara içmenin toptan yasaklanmış olması. Böylece yediğiniz yemek, içtiğiniz şarap vasat bile olsa, sigara içilen bir yerde yiyeceğiniz
dünyanın en leziz yemeğinden ve
en nefis şarabından çok daha fazla tat veriyor.
Radikal’den
Nur Çintay İtalya’da kafelerde, barlarda sigaranın tamamen yasaklanmasını faşizan bir uygulama olarak sunmuş. Diyor ki, sigara içmenin serbest olduğu barlar olur, isteyen gider isteyen gitmez.Olmaz. Daha doğrusu ancak şöyle olur,
Kaliforniya’da örneği de var... Özellikle otellerde uyguluyorlar. Adına
puro salonu diyorlar ama daha çok sigara içmek için kullanılıyor. Bu salonlarda çalışan kimse yok. Ne servis veren, ne boş bardakları toplayan, ne kül tablalarını temizleyen...Çünkü barlarda sigarayı tamamen yasaklamanın önde gelen nedenlerinden biri, buralarda çalışanların da sigara içilmez ortamlarda çalışma haklarının olması. Öyle isteyen çalışır, isteyen çalışmaz
demekle de olmuyor. Öyle derseniz
negatif ayrımcılık yapmış olur, insanları ekmek parası için mecburen sigara içilen ortamlarda çalışmaya razı olmaya teşvik etmiş olursunuz.Neyse, bu puro odalarında masa, sandalye, koltuk, kanepe filan da var. İlla sigara içmek isteyenler içkisini bardan alıp, odaya geçiyor ve sigarasını tüttürüyor.Ama inanın sigara içenler bile,
kendi pisliğinde debelenmek yerine içkisini adam gibi, tertemiz havalı barda yudumlamayı tercih ediyor.