Hem öksüz hem de yetim, üstelik fakir, ancak namuslu genç bir savcı kendisini okutan ağabeyinin, seviyorum dediği kadının ve onun milyarder babasının bir cinayeti örtbas etmek için işbirliği yaptıklarını öğrendiğinde, tek oda evine gelir, bidondaki benzini boşaltır, dışarı çıkar, filtresiz cıgarasını yakar ve inanın hayatımda daha güzelini görmediğim bir Zeybetiko (Zeybek dansının Yunan versiyonu) oynamaya başlar. "Hayat burada bitiyor. Kandilimdeki ışık burada sönüyor. Ve ruhum bir kırlangıç kuşu misali, burada göğsümden fırlayıp uçuyor..." Erkek oyunudur Zeybetiko, protest dansıdır, kuralları yoktur. Dans bittiğinde genç savcı odaya girer. Son ve derin bir nefes aldığı cıgarasını yere atar ve bummm...
Bir başka yerde, bir başka zamanda, bu kez karısı armatör kızı olan ayyaş bir savcı vardır. Armatör babanın gemilerinden biri batıp onlarca denizci boğulunca, ihmalkárlığın ve cinayetin gizli kalması için dosya ayyaş savcıya verilir. Kábuslarında ölen denizcilerin ailelerini görür savcı. Bir süre kendini daha çok verir içkiye. Sevdiği karısı ve kayınpederinin oyununu anlayınca, tavernaya gidip sabaha kadar içer. Ertesi gün geminin kaza sonucu batmadığını kanıtlar. Karısının ve kayınpederinin bileklerine kelepçe takılması uğruna bile olsa...
Bir başka yerde, bir başka zamanda uyuşturucu şebekesinin peşine düşen bir komiser vardır. Bir başka yerde, bir başka zamanda sevdiğini korumak uğruna kurşunlara hedef olan bir mafya babası...
BÜTÜN ŞEHİRLERE TİYATRO
Yunan sineması belki de gelmiş geçmiş en büyük jönünü, bir bakıma hani hem Kadir İnanır’ı hem de Cüneyt Arkın’ı sayabileceğimiz Nikos Kurkulos’u kaybetti. 1960’lı yıllarda altın çağını yaşayan Yunan sinemasında 34 filmde başrolü oynayan Kurkulos 73 yaşında kansere yenildi.
Yunan sineması 1970’li yıllarda kan kaybına başladığında tiyatroya geçti. Sinemadan kazandığı parayla kendi tiyatrosunu kurdu ve sadece müzikli komedilerin hüküm sürdüğü bir dönemde, boş koltuklara oynama pahasına Martı’yı, Guguk Kuşu’nu sahneye koydu. Antik tiyatroya yöneldi, Sofokles’in eserlerini oynadı.
1994 yılında Devlet Tiyatrolarının Sanat Müdürü oldu. Bu görevde 13 yıl boyunca her şehre bir devlet tiyatrosu kurulması için çalıştı. Ölümü nedeniyle devlet tiyatrolarında üç gün yas ilan edildi. Kurkulos’u, İnanır ve Arkın’a benzetirken "bir bakıma" deyişim, tiyatrocu ve yöneticiliği içindir.
Kurkulos’un Yunanistan’ın en zengin ailelerinden armatör Laçis’lerin kızı Marianna ile mutlu bir evliliği vardı. Filmlerindeki gibi kadın parasına köle olmadı.
"Aşk nedir" sorusuna binlerce cevap vermek mümkün. Bir zamanların büyük topluluğu Doors’un babası Jim Morrison’un "Aşk cevaptır" demesi boşuna değil. Yıllarca "aşk budur" deyip, sonra "hayır bu değilmiş o" dememiz de olağan.
Aşk kimi zaman sabırsızlıkla hostes sevgiliyi beklemek, kimi zaman Hipokrat Yemini vermiş doktor sevgilinin içirdiği zehri tek yudumda bitirmek, kimi zaman biyolog sevgili uğruna Amerika’daki gezgin tahtakuruları ile ilgilenmektir. Kimi zaman sevgilinin gece yarısı uyandırılıp bir bardak süt içmesinden mutlu olmaktır. Kimi zaman da sevgiliyi güldürebilmek için insanın beynine sancılar girmesidir aşk.
Yaşından, kilondan, başında kalmayan saçlarından utan be adam... Boyun kadar kızın da var üstelik. Aşktan maşktan bahsedeceğine, bize Yunanistan’ın gayri safi milli hasılasını anlat diyebilirsiniz tabii. Okunman için illa da ay ışığında sandalda kürek çekmen gerekmez ki, de diyebilirsiniz elbette.
BEN HER DAİM AŞIK OLMAK İSTERİM
Tamam, kabul ama geçenlerde bir barda gözlerimle gördüğüm "aşk nedir" sorusuna fiilen verilen cevap karşısında duyarsız kalırsam, bir sonraki yaşamımda ne olmak isterdim sorusuna da cevap veremezdim.
Bu dişi şehrin, Atina’nın nezih bar-restoranlarından "17"de bir köşede yalnızlığımla eğlenirken yanı başıma gelen çiftten ilk başta habersizdim. İki içki söylediler. Barmen içkilerle birlikte bir tabak içinde soyulmuş meyve ikram etti. Elma, armut ve mandalina. Kalabalıktan sıkışık durumdayız, barın üstünde duran kadehimi biraz kendime doğru çekince, selamlaştık.
Pek koyu bir sohbete daldıkları söylenemezdi. Piyanistin şarkılarına eşlik ediyorlardı. Birden kadın ağzındaki mandalinayı erkeği ile paylaşmak istedi ve dudaklarına doğru yöneldi. Mandalina dilimi bir dudaktan bir dudağa teslim edilecekti sandım. Bu "icraatı", aşk budur sorusuna cevap için demode buldum. Hayır, öyle yapmadı kadın. Dudaklarını uzattı, erkeğine sadece mandalina diliminin suyunu verdi. Çekirdeğini, zarını kendisine sakladı ve attı.
İşte, işte aşk budur, dedim o zaman. Kadına da erkeğe de hayranlıkla baktım. Kıskanarak...
Erkek de şaşırmıştı sanki biraz. Kendisine meyvenin özünü sunan sevgiliye uzun uzun teslim etti dudaklarını.
Kesin... Hiç tartışmam. Bir sonraki yaşamımda da hep aşık olmak isterim!
Ahhh İstanbul!
Şu İstanbul inanılmaz bir şehir. Pera’da, İstiklal Caddesi’nde yürüyorum. Galatasaray Lisesi’nin karşısında incik boncuk ve kaset çalan bir dükkanın önünden geçerken, Deep Purple’in Smoke on the Water’ının farklı bir versiyonu geliyor kulağıma.
- Kim bunu çalan?
- Dolapdere Big Gang.
- Versene CD’yi.
- Abi çocuklar buradaydı iki dakika önce, istersen çağırayım...
- Ne bileyim, çağır istersen.
- Ahmet, hadi koş, çocuklar İstiklal’dedir hálá, getir!
Önce duyduklarıma inanamadım, sonra da gözlerime. Esmer tenli iki genç geldi yanıma. "Biz Dolapdere Big Gang..."
İmza günü filan anlarım da, bir kasetteki sanatçılarla sipariş üzerine tanışmak ilk kez başıma geldi.
Şimdi CD hakkında görüşümü sorarsanız. Bilmiyorum. Çünkü Taksim’de bir birahanede unuttum.
PAPADOPULOS’UN YENİ İCRAATI
Kıbrıs Rum Yönetimi’nin "Münhasır Ekonomik Bölge" adı altında Mısır ve Lübnan ile anlaşma imzalayıp, KKTC karasularını da içeren bölgede petrol aramak üzere ihale açma çabası için, hem Rumların hem de Atina’nın "bağımsız bir devletin hakkıdır" diye başlayan cümlelerle mazeretlendirmeleri kulağa sanki pek hoş gelmiyor. Rum Yönetimi’nin blöf yapmayı pek seven lideri Tasos Papadopulos, artık "boyunu aşan" işlere de karışıyor mu nedir... Papadopulos’un Ege’de 1987 yılında Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren "petrol krizi" hakkında bilgisi olmaması imkansız. Ayrıca, selefi Glafkos Klerides’in liderliği döneminde Rusya’dan satın alınan ünlü S-300 füzelerinin Kıbrıs’a değil de sonunda Girit adasına getirildiğini birileri hatırlatmadı mı kendisine? AB’de "Gazu Magusa limanı ancak bizim denetimimizde açılabilir" demekle aynı şey değil bu mesele...