Biraz arşive baktım da, dört yıl içinde birkaç kez ertelenmesini "başka bahara kaldı" ifadesiyle bildirdiğim Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in, nihayet geçen hafta gerçekleşen tarihi Ankara ziyaretini izleyen biz gazetecilerin, azıcık çuvalladığını itiraf etmek zor da olsa gerçek.
Bunun nedeni de, ilk günkü Erdoğan-Karamanlis görüşmesinde "perde arkası" için ne Türk ne de Yunan tarafının hiçbir şey sızdırmamasıydı.
Enformasyon açısından aralık ayında Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Atina ziyaretinden tamamen farklı bir taktik izlendi. Dolayısıyla, iki başbakanın resmi açıklamaları dışında elimizde başka bir malzeme yoktu.
Erdoğan ev sahibi olarak tek kelimeyle mükemmeldi. Yunanistan’da hálá kıyametin koptuğu "metres skandalı" yüzünden zaten kulağı Atina’da olan dostu Karamanlis’i zor durumda bırakabilecek tek bir kelime bile söylemedi. Örnek mi? Batı Trakya’daki Türklerden bahsederken "orada" ya da daha sonra İstanbul’da da olduğu gibi "soydaşlarımız" dedi.
Ankara’daki görüşmenin gecesi, akşam yemeğinden sonra Yunan hükümetinin üst düzey bir yetkilisi şunları söyledi:
1. Erdoğan’ın patrikhane hakkındaki (Patrikhane Ortodoks Hıristiyanların sorunudur) sözlerini not ettik. Böyle bir şey ilk kez söyleniyor.
2. Erdoğan’ın "casus belli" (TBMM’nin Yunanistan’ın karasularını genişletmesi halinde bunu savaş sebebi sayacağına ilişkin kararı ile ilgili) sözleri önemli.
3. Erdoğan’ın Kıbrıs için "Annan planı devre dışıdır" cümlesini de ilk kez duyduk.
Perşembe günkü "enformasyon sıkıntısı", iki başbakanın bir gün sonra İstanbul’da Feriye lokantasında eşleri ile birlikte yedikleri ve üç saat süren akşam yemeğinde az da olsa giderildi.
Erdoğan ile Karamanlis’in birbirlerine bazı sözler verdiklerini öğrendik. Bunların arasında, zaman baskısı altında olmadan, kamuoylarının tepkisini çekmeden karşılıklı jestler yapmaya, hatta gerekirse geri adımlar atmaya ilişkin mutabakata vardıkları da vardı.
Velhasıl, Karamanlis’in Ankara ziyaretinin perde arkasını, günler sonra Hüriyet’te Ertuğrul Özkök’ten okuduk. Yunan Dışişleri bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos, genel yayın yönetmenimizin "Anladığım kadarıyla, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması konusunda belli bir noktaya gelinmiş. Türk hükümeti okulun açılacağı yolunda Karamanlis’e söz vermiş. Bunun karşılığında da Karmanlis’ten, Yunanistan’daki Türklere dernek kurma hakkının verilmesi istenmiş" sözlerine "Gazetelerde, Türk gazetelerinde yayınlananlar için yorum yapmam. Benim işim resmi açıklamalar hakkında görüş belirtmektir" dedi.
İki başbakan ilişkilerde yeni bir sayfa açtıklarının işaretini vermişlerdi de Ankara’da, bunun içeriği hakkında belirsizlik vardı. Şimdi taşlar sanki daha bir yerine oturuyor.
İyimser olmamak için bir neden yok. Hatta önümüzdeki 10 ay içinde (bu süre tesadüf değil) bugünkünden bambaşka bir manzara ile karşılaşabiliriz.
Yunanlılar dini liderlerini kaybetti
Yunanistan, yakın tarihinin en medyatik, en tartışmalı, en renkli dini liderini kaybetti. Yunanistan kilisesinin lideri, Atina Başpiskoposu Hristodulos, kanser hastalığına yenildi.
1998 yılında başpiskopos seçildiğinden bu yana Türkiye ve Türklere karşı söyledikleri ile Türk medyasını da sık sık meşgul eden Hristodulos’un, Patrik Bartolomeos ile ilişkileri berbat ve ötesiydi. Bartolomeos bir ara patrikhanenin Yunanistan kilisesi ile ilişkisini bile kesti. Dini açıdan, bir dini lidere verilebilecek en ağır cezalardan biriydi bu.
AB emri ile yeni kimlik kartlarında din unsurunun yazılmaması gündeme geldiğinde, dönemin sosyalist Pasok hükümetine karşı açık savaş ilan etmekten ve protesto eylemi için 1 milyon insanı sokağa dökmekten çekinmedi Hristodulos.
Yunanistan laik bir ülke değil. Din ve devlet işleri iç içe. Başbakan, bakanlar din adamlarının huzurunda yemin verir. Milletvekileri de öyle. Mahkeme salonlarında Hazreti İsa’nın, Meryem Ana’nın tabloları vardır. Tanıdık bir din adamı, bir devlet dairesinde bir işin halledilmesi için iyi bir "torpil"dir. Kilise ülkenin en zengin müesseselerinden biridir. Hristodulos da siyasete sık sık karışarak bir anlamda "yetkilerini" kullanıyordu.
Hiçbir zaman kanım ısınmadı bu adama. Demagog, medya cambazı gözüyle baktım hep. Ancak, Sezar’ın hakkını James’e verecek değilim. Gençliği kiliseye yaklaştırmayı başardı. Genç insanları ikna etti. "İsterseniz blucin, isterseniz mini etek giyin. İsterseniz küpe bile takın ama kiliseye gelin" diyerek, okullara gidip öğrencilere güncel fıkralar anlatarak, öğrenci dergilerinde evlilik öncesi cinsel ilişki, hatta mastürbasyon ile ilgili sorulara cevap vererek, bir grup din adamının rock müziği icra eden bir orkestrası kurmalarını destekleyerek...
İhtiyarlara da yaklaştı. Aşevleri, huzurevleri açarak, maddi yardımda bulunarak...
Yunanlılar çoğunlukla başpiskoposlarını çok sevdiler, kendilerine çok yakın buldular. Onbinlerce insan son yolculuğundan önce Atina Metropol Kilisesi’nde kendisine veda etmek için soğuğa aldırmadan saatlerce kuyrukta bekledi.
Hristodulos sonrası, 7 Şubat’ta seçilecek yeni başpiskoposun işi hayli güç.
Beyoğlu’nda yürürken
Beyoğlu’nda yürüyorum akşam vakti. Binlerce insanın arasında, adımlarım ağır. Dünyanın belki de en güzel caddelerinden birisi nasıl olur da bu kadar zevksiz ışıklandırılır, şahit oluyorum. Buram buram tarih kokan, her birinin ayrı bir öyküsü olan onca binanın nasıl karanlığa, kirliliğe terk edildiğine şaşıyorum.
O yılbaşındaki sokak süslemeleri ve bir GSM operatörünün reklamı ile Beyoğlu’nu ışıklandırmak bu caddenin şanlı geçmişine ihanettir.
Beyoğlu’nda yürüyorum akşam vakti. Vitrinlere takılıyor gözlerim. Kaliteli ürüne, kaliteli dükkana rastlamak güç. Adım başı lokanta, adım başı kafe, adım başı bar. Dürüm, mantı, gözleme, canlı müzik diye yazmışlar.
Sahi, Beyoğlu’nun çoğu zevksiz mekanlarla tuhaf bir "eğlence merkezi"ne dönüştürülmesi sayesinde (hatta şu eğlencenin bir de tanımını yapalım) "kurtarılacağını" kim düşündü? Eğer 1960-1970’lerdeki gibi kalsaydı, neyi yitirecekti Pera? Birbirinden ünlü dükkanları, seçkin lokantaları, sinema ve tiyatroları, hatta ara sokaklardaki pavyonları ile...
Bir cadde, bir sokak, bir mahalle çehresini değiştirmek, hatta kalkındırmak için eğlence merkezine dönüştürülür. Atina’da bunun pekçok örneği var. Beyoğlu’nun buna ihtiyacı mı var? Eski hali ve kalitesiyle korunabilse, bir değil, beş değil, yüz eğlence merkezi vız gelir Beyoğlu’na. Üstelik Tarlabaşı bir adım ötede. Hadi orayı eğlence merkezi yapıp kurtarsanıza. Apayrı iki dünyayı yan yana getirsenize.
Beyoğlu’nda yürüyorum akşam vakti. Balık Pazarı’na götürüyor adımlarım. Ve yine şaşıyorum çünkü balıkçı bulmakta güçlük çekiyorum. Kalkan, çinakop, karides, istavrit balıkçı tezahlarında değil, lokantaların vitrin dolaplarında. Tam kilosu kaça diye soracağım, adamlar "içeri buyurun mezelerimiz taze, fiyatlarımız uygun" diyorlar.
Az ilerde "tarihi Nevizade meyhaneleri"... Herhalde yanlış hatırlıyorum. O sokakta iki, bilemediniz üç meyhane vardı. Hatta konsomatristler de çalışırdı. Annem o sokağa girmemize pek izin vermezdi nedense. Demek orada "tarihi Nevizade meyhaneleri" varmış.
Elbet zamanlar değişti, elbet melodiler de. Elbet globalleşme gerçeği ve daha yüzlerce elbet... Ancak şairin de dediği gibi "O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim ama, bu yürek o bu dilden anlamaz pek"...