Buna karşılık hakkını da teslim etmeliyim. Kriz dönemlerinde, Yunanistan denen ülkenin büyük çalkantılar içinde olduğu dönemlerde, akıntıya karşı kürek çekme pahasına, kulaklara hoş gelmeme pahasına çıkıp çatır çatır görüşünü söylüyor ve tartışılmaz saygınlığı nedeniyle öfkeli bir sürü insanın beynine, vicdanına "acaba yanılıyor muyum?" sorusunu yerleştiriyor.
Takvimler 1999 Şubat’ının son gününü gösteriyordu. Birkaç gün önce Abdullah Öcalan’ın gizlendiği, Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçiliği rezidansının kapısında başlayan yolculuğu Türkiye’de noktalanmıştı. Dönemin başbakanı Kostas Simitis, "Öcalan’ı satmakla" suçlanıyor, yer yerinden oynuyordu. Kontrol elden gitmiş, devlet darmadağın, ortalık toz duman. Hemen herkes "Bunu Öcalan’a nasıl yaparız?" duygusu içinde. Yunan kilisesinin lideri Hristodulos bile "Onu düşmana teslim ettiğimize inanmak istemiyorum" diyordu.
Ertesi gün, yani 1 Mart’ta, Yunan hükümetini protesto gösterisi düzenleniyordu. Yaklaşık 70 sanatçının katılacağı gösteride 1 milyon kişinin yürüyeceği söylentileri dolaşıyordu. Şubat ayının son günü, Öcalan ile birlikte Kenya’da 3 kadın militan bulunuyordu. Kod adı Şemse Dilan Kılıç olan militanın, Yunan devleti himayesinde Nairobi’den Atina’ya getirildiğinde ilk sözü "Başbakan Simitis, kendi elleriyle Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Öcalan Yunanistan’ın da yer aldığı bir komplo sonucu yakalandı" oldu. Ortam daha da gergineşti. Yunan hükümetine karşı tepki, öfke daha da büyüdü.
HASTA YATAĞINDAN KALKTI KAMERA KARŞISINA GEÇTİİşte o günü gecesi, o, pijamasıyla hasta yatağından kalktı ve kameralara "Esefle kınıyorum. Bu kadın kim oluyor da Yunan Başbakanı’nı, Dışişleri Bakanı’nı suçluyor? İktidar partisi üyesi değilim ama Yunanlıyım. Simitis de Yunan halkının oylarıyla seçilmiş bir başbakan. Biz Kürtleri burada onca tehlikeye rağmen misafir ediyoruz, onlar da kalkıp bizi ihanetle suçluyor. Bizim dostumuz yoktur. Kürtler nankör" dedi.
Ardından, Yunan halkını Öcalan yüzünden sarsılan Yunan hükümetinin yanında yer almaya çağırdı. Bir gün sonraki gösteriye katılacağını ilan etmişti önceden, "Vazgeçtim gitmeyeceğim" sözleri çıktı dudaklarından.
O gece, onu ekranda gören yüzbinlerce insan, son dakikada da olsa "acaba?" diye düşündü. Ertesi gün, sanatçıların da, göstericilerin de sayısı beklentilerin çok ama çok gerisindeydi.
Takvimler, 2008 yılının Aralık ayını gösteriyordu. Yunanistan yine darmadağın. Polis kurşununun 16 yaşındaki bir gencin kalbine isabet etmesiyle başlayan şiddet olaylarında devlet bir kez daha kontrolü elden kaybedince, anarşistler kendi kanunlarını kabul ettirip, yakıp yıkıp yağmalayınca, ilerleyen günlerde de sokağa dökülen onbinlerce ortaokul, lise ve üniversite öğrencisi bu ülkenin emniyet güçleri ile alay edercesine eylemler yapınca, O yine ortaya çıktı ve yine sağduyunun sesini yükseltti.
GERÇEK DEVRİMCİ YÜZÜNÜ GÖSTERMEKTEN KORKMAZ
"Öğrencilerin öfkesi sadece polise yönlenmiş. Oysa hem okulda hem de toplumdaki konumlarının gerçek nedenlerini göremiyorlar. Sanki birileri onları sadece polise karşı olmaları için yönlendirmiş. Ben 2. Dünya Savaşı’nda yer aldım, ardından İç Savaş (1944-48), sonra da Albaylar Cuntası (1967-1974) dönemlerini yaşadım. Polisin ne olduğunu gayet iyi bilirim. Bir polis cinayet işlemiş olsa bile bütün polis teşkilatının katil olduğunu kimse söyleyemez. Gençler siz de sahte hedeflere kulak asmayın. Aranızda dolaşan yüzleri kukuletalarla gizlenmiş (anarşistleri kastediyor) kişilerin, verdiğiniz mücadeleyi lekelemesine izin vermeyin. Gerçek mücahit, gerçek devrimci yüzünü göstermekten ne utanır ne de korkar" dedi.
Ertesi gün radyolarda pek çok konuşmacının onu örnek aldıklarını duydum. 1999’da da, 2008’de de aynı cesareti gösterdi bu diyarın dünya çapında ünlü bestecisi Mikis Teodorakis. Hem de 84 yaşında olmasına rağmen. Dilerim Teodorakis’in bu sağduyu sesi, şarkıları gibi dalga dalga yayılır.
Ha bu arada unutmadan...
EYLEMLERE NOELDE ALIŞVERİŞ MOLASIGösterilere Noel ve yılbaşı münasebetiyle ara verildi. Sokaklara bakıyorum yine cıvıl cıvıl. Olaylar patlak verdiğinde "halk ayaklanması", "ekonomik ve sosyal baskılara karşı isyan" tarzı nostajik veya romantik yorumlarla Yunanistan’ı hiç bilmeden, ahkam kesen Avrupalı, Amerikalı meslektaşlarım şimdi ne der merak ediyorum.
Gösteriler 9 Ocak’ta muhtemelen yeniden başlayacak. Görebildiğim, siyasi partilerin, bugün itibariyle öğrencilerin eylemlerini yönlendirme konusunda kontrolü ele geçirdikleridir. Bunun ötesinde öğrenciler, anarşistler ve polis ne yapar bilemem.
Yeni yıl dileklerinde nelere dikkat etmeli Geçen yılbaşı saaatler geceyarısını gösterdiğinde, muhtemelen bakışlarınızı gökyüzüne çevirip bir sürü dilekte bulundunuz. Geçen 365 günde her insan gibi elinizden geleni yaptınız ama dileklerinizden belki de hiçbiri gerçekleşmedi. Geriye baktığınızda sanki 365 gün süren çılgın bir partiye davetliydiniz de bir tek siz eğlenemediniz gibi. Geriye baktığınızda yılbaşı gecesi yaptığınız yatırım hiç kár getirmedi gibi. Geriye baktığınızda sanki mükemmel kalkış ancak berbat bir iniş yapan bir uçaktaydınız. Üstelik kısa da sürdü yolculuk.
Neden diye düşündünüz şüphesiz. Hani hiç değilse birkaçı hakikat olsaydı bu dileklerin. Olmadı işte.
Kabahat kimde? Elbet her insan gibi sizde değil. Sanırım geçen 31 Aralık gecesi hava epey bulutluydu. Dolayısıyla sesinizin yıldızlara kadar ulaşmasını engelleyen bulutlardaydı kabahat.
Bu nedenle, çarşamba gecesi saatler yine aynı anı gösterdiğinde, önceden belirleyeceğiniz bulutsuz bir yer seçip gökyüzüne çevirin bakışlarınızı. Dilekleriniz bu defa kesin gerçekleşecek.
2008’in ilk saniyelerindeki dileklerinizin gerçekleşmemesinde bulutlardan başka yaşadığımız "şimdiki zaman kültürü" de kabahatli.
Her şey çok hızlı gelişiyor. Tam "ha anladım" dediğimiz herhangi bir şey, başkaları için çoktan geçmiş oluyor. Aslında aklımızın almadığı, gönlümüzün razı olmadığı birçok şeyi, hayatın temposuna ayak uydurmak uğruna kabulleniyoruz. Oysa, kabullendiğimiz şeyler yılbaşı gecesi dileklerimizle ilgisiz çoğu zaman. Sözgelimi, yeni bir sevgiliniz olması dileğinde bulundunuz mu hiç yılbaşı gecesi? Koskoca bir yıl geçtikten sonra eğer yanınızda bir sevgiliniz varsa, onun hiç dileklerinizdeki sevgili olup olmadığını düşündünüz mü?
Demek ki, körolası bu şimdiki zaman kültürüne de karşı koymak gerek. Sözgelimi o televizyonlardaki "bir yıl böyle geçti" tarzı dünyamızı, insanlığı sarsan onlarca, yüzlerce, binlerce olayı 30 dakika içine sığdıran programları bu defa izlemeyelim. Aşkı, keyfi, şiiri ve hatta ölümü bile düşünelim 30 dakikalığına.
Yılbaşı gecelerinin dezavantajı, insanoğlunun onu kimse sevmiyor ya da ne yapsa kimse onu anlamıyor gibi gerçekte saçma sapan duygulara kapılmasıdır. Bir yıl daha geçti, tuhaf bir yorgunluk hissi de olur aynı zamanda.
Buna karşın elimizde önemli bir koz var. Doğum günümüzde bile hissetmediğimiz bazı duyguları, o derin uykudan uyandırır yılbaşı gecesi. Yeniden doğmak, yeniden başlamak ve geçmişle ilgili pek çok şey için "sil" komutu vermek arzusu, kararlılığı.
Gelin 31 Aralık sabahından itibaren teşvik edelim bu duyguları. Her şeyden önce de biraz çocuk olalım. Annelerimiz bayramlarda giymemiz için lustrin (parlak kumaştan yapılmış) ayakkabı alırdı hatırladınız mı? Büyüdünüz diye bir geceliğine de olsa lustrin ayakkabı giyemez misiniz sözgelimi?
Hepinize mutlu bir yıl...