Neye niyet, neye kısmet işte... Hedefimiz, Atina’dan 200 kilometre mesafedeki, bize göre Yunanistan’ın en iyi balık lokantasının olduğu Karavomilos’da demlenmekti.
Denizin yanı başında muhteşem kefal buğulamanın hakkını verdikten sonra, neden 300 kilometre daha yol alıp Selanik’e gittiğimiz hálá meçhul.
Günlerden perşembe idi ve saatler 21.00’i gösteriyordu. Demek ki müzeler kapalı, demek ki şehrin tarihi eserlerini görme şansımız yok... Eh, yetkililerin kapısını çalıp "Biz geldik açın şu müzeleri" diyemezdik. Ayıp olurdu. Zaten onca defa Selanik’e geldik, hiç öyle bir terbiyesizlik yapmadık.
İlk durağımız Ladadika’lar. 19. yüzyılda Mısır Pazarı olarak bilinen ve o zamanlar baharatçıların, peynircilerin ve yağcıların dükkanlarını yan yana dizdikleri birkaç sokaktan ibaret Ladadika’lar,1917’de çıkan büyük yangın ile kül olmuş. Sonra yeniden Mısır Pazarı olmuş olmasına ama bir türlü eski şöhretini kazanamamış. Gel zaman git zaman dükkanlar tek tek kapanmış, 1980 sonrası da Selanik’in eğlence merkezlerinden birisine dönüştürülmüş.
Pek hareketli görmedik burayı. Bu yüzden, birkaç yüz metre ötede Selanik’in "Taksim"i Aristotelus Meydanı’ndaki onlarca kafeden birisine oturduk. Yorgunluk kahvesi vakti...
Athonos Meydanı bir nefes mesafede. Siz deyin 50, biz diyelim 100 salaş tavernada binlerce kişi akşam yemeği yiyor gece yarısı vakti. Teknolojinin mikrofon, hoparlör gibi nimetlerine "ı-ıh" diyerek müşterileri eğlendiren çalgıcıların seslendirdiği, girişi Türkçe olan eski bir İzmir şarkısı okşuyor kulaklarımızı... "Çek çek kayıkçı... yavaş yavaş..."
MARK TWAIN HAKLI
Orada oturup, hoşça vakit geçirmek var tabii işin içinde ama gelin görün ki Tasman neslinin kurumasına, günah işlememelerinin sebep olduğuna inananlardanız! İstikamet havaalanı yolu. Turne için Atina’dan gelen ünlü ses sanatçılarının dev fotoğrafları ve neon ışıkları eşkıya gibi yolumuzu kesiyor. Mukavemet için artık çok geç.
Tok sesli Vasilis Karras ile, "Buraları yıkılıyo, benden yıkılıyo, hergün peşime bıyıklı takılıyoo" sözleri ile bir şarkısı Türkçeye çevrilen Eli Kokkinu’nun sahne aldığı "Boom"a giriyoruz. O da ne? Birkaç saat sonra cuma gününün mesaisi başlayacak ama yüzlerce Selanikli, Mark Twain’i doğrulamak için orada: "Dünyada en tehlikeli yer yataktır. Çünkü insanların yüzde 90’ı yatakta ölür."
BERNARD SHAW DA!
Uvertürlerden biri iniyor, öteki çıkıyor sahneye. Sıra assolistlerde. Kokinu, dans grubu eşliğinde taarruza geçiyor ve buralarda pek sükse olan şarkısını söylüyor: Seks.
Erkek müşteriler memnun... Yanı başlarında, olmadı yan masadaki kadınlara bakıp bakıp, Bernard Shaw’un "Vahşi insanlar taş ve tahtadan, medeni insanlar ise etten kemikten mamul ilahlara tapar" derken ne kadar haklı olduğunu düşünüyorlar muhtemelen.
Saat herhalde 03.00’tü. Işıklar söndü... Önce bateri, sonra basgitar, sonra diğerleri, sonra klarnet, sonra keman ve buzuki bir uzun hava tutturdular. Yüzlerce kişi, ne dediklerini anlayamadığımız naralar atmaya başladı. Sahneye iri mi iri, yaşı da 60’a yaklaşan saçını briyantinle ehlileştirmiş Vasilis Karras çıktı. Arkasında iki nefesli çalgı bir de ramazan davulu... Karışıverdi ortalık. Müzikhol nümayiş alanı oluverdi bir anda.
KADINLAR BİR ALEM
Birbiri ardına sıraladı şarkılarını: "Nankör ve Serseri Kadın", "Acımasız Kadın", "Yalanlarına Esir Kadın..." Vesselam her şarkıda kadına iftira, hakaret, suçlama.
Erkeklerin memnuniyeti makul de, şu kadınlara ne oluyor? Aralarından bir feminist çıkıp "Yeter be adam... Nedir derdin bizimle" demedi. Tam aksine Karras, "Yılan Gibi Sokan Kadından" bahsederken masaların üzerine çıkıp, minnacık bez parçalarının örtmeye çalıştığı kalçalarını bir o yana bir bu yana sallarken, refakatçilerine dönüp ısıracakmış gibi hareketler yaptılar.
Eduwardo Galeano haklı: "İlk buse ve ikinci kadehten sonra ölümsüzüz!"
Sabahın kaçıydı ki çıktık "Boom"dan. Atina’ya dönüş vakti gelmişti...
Atina’da tramvay ne işe yarar
Yıllar yılı bir özlemdi, yanıp durdu bağrında; tam umudu kesmişken birden çıktı karşısına, ama Atinalı şehrinde iki yıldır çalışan tramvayı bir türlü sevmedi.
1980’li yıllarda ilk defa gündeme gelen tramvay projesi tam 20 yıl ilgili-ilgisiz devlet dairelerinin çekmecelerinde kaldıktan sonra 2004 Olimpiyat Oyunları nedeniyle sonunda gerçekleşti.
Tabii güzergah proje üstünde birkaç kez değiştirildi; raylar döşendi, raylar söküldü, bazı müteahhit firmalar paraları götürüp kaçtı. "A la turka" deriz ya, işte aynen "a la grek" bir iş oldu.
Tramvay, Atina şehir merkezini yaklaşık 15 kilometre ötedeki sahil semti Glifada ile ve Glifada’yı da sahilin diğer ucu Neo Faliron ile birleştiriyor.
Atinalılar iki yıl önce bu bilmedikleri toplu taşıma aracını denemek için duraklara akın ettiler. İlk günlerde ne izdiham yaşandı anlatamam. Sonra, giderek azalmaya başladı yolcular. Birkaç ay sonra tramvaylarda yabancı işçiler, turistler ve emeklilerden başkasını görmez olduk.
Bilet ücreti metroyla aynı. Ancak, 200-300 metrede bir durak yapması ve hızının saatte 15 kilometre olması nedeniyle başkentliler tramvaya sıcak bakmadı. Yetkililerin, hızı saatte 23 kilometreye çıkarması da sonucu değiştirmedi. Ana caddelerden geçiyor; trafik tıkandı mı, tramvay da bekliyor.
EMEKLİLERİN KURTARICISI
Devlet, 2005 yılında bu işten 24 milyon euro zarar etmiş. Günlük ulaşımlarında tramvayı kullananların sayısı ortalama 50-53 bin kişi.
Eğer vaktiniz bol ise Atina’da tramvaya binmek harika. Yolculuğun büyük bir bölümü deniz manzaralı.
Şimdilerde başka semtlere de raylar döşenmesi planlanıyor ama Atina’nın tramvayın "fiyasko" olduğunu söyleyenler de giderek artıyor. Tramvayın gereksiz olduğunu söyleyenlere en çok kızanlar ise emekliler.
Adam, hem kaç yıldır beraber olduğunu neredeyse unuttuğu karısının sabah evde temizlik yaparken dırdırından kurtulmak hem de hoş bir gün geçirmek için evden kaçıyor. Nereye gitsin? En iyisi kaplumbağa hızıyla giden tramvay ile son durağa gidip orada bir kafede oturmak. Gazetesini okuyor, kahvesini yudumluyor, benzer nedenlerle orada bulunan diğer "...zede"lerle sohbet edip yine tramvayla geri dönüyor. Eh bu arada akşam oluyor.