Paylaş
Çocukluğumda ve ilk delikanlılık yıllarımda evdeki buzdolabı kurbanlık etle dolardı.
Dedem ve adaşım Yorgo, Eminönü’nde büyük bir kasabın muhasebecisiydi ve etten anlardı. Annem Katerina babasından öğrendiğini bize hep tekrarlardı: “Kurbanlık et hemen pişirilmez. Birkaç gün dinlenmesi gerek”. Gel gör ki canım pirzolaları bir an önce ızgarada pişirilmiş görmek isterdi bu gönül. Siz deyin günlerce, ben diyeyim haftalarca et yerdik.
Mahallemde Sevgi Abla’nın, Şükrü Bey’in elini öperdim bayramda. Harçlığımı eksik etmezlerdi. Hıristiyanların Paskalya Bayramı’nda yumurtaları kırmızıya boyayıp satan bakkalımız Suavi Bey’in, Kurban Bayramı’nda elini öpmenin karşılığı şekerdi. Keyifli oldu mu da çeyrek ekmek arası kaşar
ya da sucuk.
Koçların, kuzuların bazen de sığırların yol ortasında kesilmelerine dayanamazdım. Ellerinde bıçak, yılda bir gün için “kasap” diye ortaya çıkanlardan nefret ederdim çocukluğumda.
Önce Selim, Salim, Oğuz Deniz ile yaşları biraz büyüdüğünde Ali, Bekir, Selçuk ile bayramlarda Beyoğlu’nun kaldırımlarını aşındırırdık. Atlas’ta 12.00, Emek’te 14.15, Yeni Melek’de 16.30 matineleri... İzlemediğimiz film kalmazdı. Şimdi yerlerinde yeller esiyor, Elif’de, Emmim’de, Atlantik’te doyururduk karnımızı. Tatlı için de bence sahibi Luka Bey’in ölümünden sonra profiterolün tadı biraz değişen İnci Pastanesi, yanındaki Konak Pastanesi ya da Saray Muhallebicisi’nde alırdık soluğu.
Kurban Bayramı’nın ilk gününden sonra annelerimizden azar işitmek hatta bazen dayak bile yemek uğruna kumaş pantolonlarla, deri ayakkabılarla saatlerce top oyardık. Yokuş üzeri kale diye iki taş, plastik bir top, peşinden koş babam koş... Mahallenin gençler için “kâbusu” yaşlı Ayşe Teyze, “Bayram diye konuşmuyorum ama hele bir geçsin o topu alıp yırtacağım” diye bağırırdı. Yıllar geçti, ben değiştim, zaman değişti, melodiler de öyle. Mahallede de pek tanıdığım kimse kalmadı. Üstelik trafiği ve kalabalığı yüzünden “Bayramları İstanbul’da asla...” sözü verdim kendime.
Bayramınız mübarek olsun...
Türk-Yunan düğünündeydim
Bu şehrin sembolü Akropolis mabedi manzaralı King George Oteli’nin roof’unda, takdime gerek yok, oryantal Tanyeli ile duyduğum kadarıyla birkaç gün önce İstanbul’daki kına gecesinden evvel hamama gittiği için hasta düşen ve doktorların çabaları ile iyileşen Alex Siropulos’un düğünündeydim.
Beyazlara bürünmüş salonda, her zaman şık TC’nin Atina-Pire Başkonsolosu Beyza Üntuna davetlilerle sohbet ediyordu. Yunan başkentinde, Türkiye’nin tanıtımı için bu kadar çok etkinliğe imza atan başka bir konsolos hatırlamıyorum. Konserler, sergiler hep onun himayesinde gerçekleştiriliyor. Bunun dışında fuarlarda, düğünlerde, galalarda Beyza Hanım’a rastlamamak neredeyse imkânsız. Müthiş bir performans.
Atina kış ortasında adeta bir yaz gecesi yaşıyordu. Tanyeli ile Alex dans ediyorlardı. TC’nin Atina Büyükelçisi Mehmet Hasan Göğüş yeni evli çifti ilk kutlayanlardandı. Düğünde çok az kalabildi. Yarın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Atina’ya gelmesi bekleniyor. Büyükelçi Göğüş’ün işi başından aşkın olmalı. Meğer eskiden tanıyormuş Tanyeli’yi. Yeni Delhi’de büyükelçi iken bir Türk gecesinde dans etmesi için davet etmiş. Sonrasında Hint sosyetesinin düğünlerinde aranan bir isim olmuş Tanyeli.
Tam 5 bin swarovski taşlı gelinliği ile Yunan medyasının ilgi odağı olan ünlü oryantal her gelin gibi heyecanlıydı. Sis nedeniyle İstanbul’dan bazı davetlilerin gelememiş olmasından dolayı da biraz üzgündü. Ama Fatih Ürek, Semiramis Pekkan, Oya German oradaydı. Ürek şarkılarıyla coşturdu, Semiramis Pekkan bir ara masamızda oturdu. Sigaralarını tüttürdü. Her haliyle çok güzel bir kadın.
Yunan şov dünyasından tanınmış isimler de gelmişti. Alex tanınan
biri buralarda.
Sonuna kadar kalmadım. Dönüş yolunda, kaç Türk-Yunan düğününe gittim diye düşündüm. Sayamadım.
Paylaş