Yunanistan’ın eski başbakanlarından ve cumhurbaşkanlarından Konstantinos Karamanlis (1907-1998) medya mensupları ile ilişkilerinde son derece dikkatliydi.
Yeğeni, adaşı ve bugünkü başbakanı Kostas (Konstantinos’un kısaltılmışı) Karamanlis de bu konuda amcasının felsefesini uyguluyor: "Gazeteciler seni ne kadar az görürse o kadar iyi".
Karamanlis, eşi Natasa ve ikiz çocukları ile gözlerden, kameralardan, flaşlardan uzak bir yaşam sürüyor. Çalışma hayatında bile zaruri bulmadıkça açıklama yapmıyor, demeç vermiyor, özellikle de gazetecilerle sohbetten kaçınıyor.
Yunan başbakanına sadece dış gezilerinde yaklaşabilmek mümkün. Odasına çekilmeden önce kaldığı otelin barında bol buzlu bir Johnnie Walker marka viski yudumlayıp, çalışma arkadaşları ile o günün değerlendirmesini yapmaktan hoşlanır. Keyifliyse de genellikle Monte Cristo marka bir puro yakar. Bazen de light bir sigara. Keyifliyse kahkahaları uzaktan duyulur, iri gövdesi gülerken sallanır. Değilse, etrafında çöken sessizlikten anlaşılır bu.
Karamanlis’i dış gezilerinde otel barında gören gazeteciler umutlanır ama her defasında düş kırıklığına uğrar. Kendisine yaklaşıp iki kelime koparma çabaları hep boşa çıkar. Bu durumlarda, siyaset konuşmaz Karamanlis. Soruyu soran gazeteciye "Bırak bunları şimdi" tarzı cevaplar verir. Kadın gazetecilere de arada bir "Sen güzelleştin ya" tarzı iltifatlarda bulunur. Hoşlanmadığı gazetecilere ise sadece selam verip geçer. Son Hırvatistan ziyaretinde yine otelin barında kendisine yaklaşan gazeteciler ile arasında şu diyalog geçti:
- Siz şimdi beni sıkıştırdınız öyle mi?
- Tehditkar bir şekilde sayın başbakan.
- Sen şimdi gözlerime bakıp beni tehdit mi ediyorsun (ses tonu kızdığını gösteriyordu)... Bak ilerde koltuklar var, haydi şimdi oraya gidin.
Karamanlis "haşladığı" gazetecilerin gönlünü almak için biraz sonra yardımcılarından birine "Çocuklara benden birer kadeh içki gönder" demeyi ihmal etmez.
Yanında eşi Natasa yoksa yolda çok hızlı yürür. Arkasında bulunan refakatçilerden birisine bir şey söylemek istiyorsa, asla yüzünü arkaya dönmez. Sadece vücudunu birkaç derece yana çevirir. Herhalde hitap ettiği kişinin kendisini mutlaka dinlediğini, bunun aksinin zaten düşünülemeyeceğini varsayıyor.
Tabii üç yıl önce muhalefette iken çok farklıydı. Davetlerde tıka basa yemek yedikten sonra "yahu yine aç kaldık" tarzı esprileri ile gazetecileri kahkahalara boğardı. Hatta başbakanlığının ilk aylarında gerçekleştirdiği ilk resmi ABD ziyaretinden dönerken uçakta gazetecilere "Garsonlar başkan Bush’un hızına göre ayarlanmış. Ben dış politikamızı anlatırken, sürekli servis değiştirdiler. Tabaklar önümden hızla geçti. Hiçbir şey yiyemedim" anısı hálá konuşulur.
51 yaşındaki Karamanlis, gazetecileri yanına yaklaştırır yaklaştırmaz bir yana, başbakanlık koltuğunda rahat oturuyor. Seçimlere daha bir yıldan fazla zaman var ve kamuoyu araştırmaları öyle fazla endişe etmesi gerekmediğini gösteriyor.
14 Şubat’ı çatır çatır kutlayın!
Politikacı değilim ki bir konuda hep aynı çizgide kalayım! Basit bir insanım ve bir tarihte şöyle, bir tarihte de böyle düşünmekte öyle büyük bir sakınca görmüyorum.
Artık büyüdüm ve artık Sevgililer Günü’nün çatır çatır kutlanmasından yanayım. Artık 14 Şubat’ta sevgiliye hem gözünü kamaştıracak hediye alınmasından hem de mum ışığının eşliğinde kulağına başını döndürecek sözler fısıldanmasından yanayım. Artık, 13 Şubat’ta ne oldu, 15 Şubat’ta ne olacak? Sevgililer Günü yılın 365 günü kutlanmalı tarzı tartışmalarda yer almamaktan da yanayım. Bir büyüğün dediği gibi "Eğer aşık değilseniz, bugün mutlaka olun. Eğer aşıksanız, bugün yine mutlaka olun!"
Şimdi, Sevgililer Günü için düşlediğiniz bir geceyi çeşitli nedenlerle yaşatamayacaksanız sevdiğinize vaat etmek ne güne duruyor?
Sözgelimi kışı pek sevmediğinizi, yaz insanı olduğunuzu söyleyip başlayın vaat etmeye. Eşsiz bir yaz tatili vaadi her zaman işe yarar. Bilemiyorum, yardımcı olacak mı ama yine de 2002 yazında Radikal’de yayınlanan bir yazımdan alıntılarda bulunayım:
"Atina’dan 80 km. mesafedeki Eğriboz Adası’nın Rodies köyünde, "Deli Thakis"in birkaç masa ve sandalyeden ibaret tavernası ile birkaç odalı pansiyonunu içeren ’dinlenme tesisleri’ var.
Thakis, 60 küsur yaşlarında. Dört kadın eskitmiş, mutfakta çalışan ve kendisinden genç son karısını içip içip dövüyormuş. Seher vakti sandalına binip yüzen balıklarla uğraşan Thakis’in tavernasında müşterilerin ne yiyeceği her gün deniz karar veriyor.
Yemek faslı bitip odalarına çekilen çiftlere bir diyeceği yok kurt ihtiyarın. Ancak, hani biraz fazla ’hassasiyetleri’ olanlara, hani bazen güzellikleri son damlasına kadar yaşamak isteyenlere sandal sefası da sunuyor. Kürek çekebiliyorsanız sandal sizin. Bilmiyorsanız, Thakis kayıkçılık da yapıyor mehtabın ışığında.
Pansiyondaki odalarda ne klima, ne buzdolabı, ne de telefon var. Sadece, çarşaflar ile yastıklar mis gibi beyaz sabun kokuyor..."