Paylaş
Halbuki İslamiyet’in kutsal kitabı: ‘Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer gerçekten inanıyorsanız; muhakkak ki üstün olan sizsiniz.’ (Al-i İmran, 139. Ayet meali) Ve: ‘Ey iman edenler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkanlarınızı seferber ederek kuvvet hazırlayın ve beslenmiş, eğitilmiş savaş atları yetiştirin.’ (Enfal suresi, 60. Ayet meali)
Şimdi sorarım size: Düşmanlara karşı bütün imkanlarını seferber edip kuvvet hazırlayan ve dahi gevşemeyip gerçek iman sahibi olup da üstün olan herhangi bir İslam ülkesi var mı?
Oysa İslamiyet; ‘İki günü eşit olan aldanmıştır’, ‘Hikmet (bilim) müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alsın’, ‘En üstün rütbe ilim rütbesidir’, ‘İlim Çin’de bile olsa gidiniz’, ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’, ‘İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır’, ‘Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz’ buyuruyor.
Bu buyruklarla Müslümanların halleri karşılaştırıldığında, günümüz Müslümanlarının dinlerinden ne kadar uzakta yaşamakta oldukları belli değil midir?
O halde; ne yüzle Allahü Teâlâ’nın yardımını isteyebiliyorlar? Sebeplere yapışmadan, sonuç alınamayacağını bilmiyorlar mı? Sebeplere yapışmanın adet-i ilahi (Allahü Teâlâ’nın adeti) oluğunu bilmiyorlar mı?
Müslümanların bundan da vahim halleri ise, küfran-ı nimet içinde olmalarıdır. Yani sahip oldukları nimetlere şükretmek şöyle dursun, nankörlük etmeleridir. Bu durumda, o nimetlerin ellerinden alınıp şiddetli azaba uğrayacaklarını yine mukaddes kitapları bildiriyor ‘İbrahim suresi, 7. Ayet meali)
İsrail vahşetini, yalnızca bir haftalık lükslerinden fedakârlık yapıp petrolü kısmalarıyla durdurabilecekken, böyle yapmayıp, on binlerce masum Müslümanın hunharca öldürülmelerine kayıtsız kalmaları, ne menem Müslüman olmalarının dehşetengiz örneği değil midir?
Öyle anlaşılıyor ki, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş günümüz ‘marka’ Müslümanlarını kıyamet ‘Sur’undan başka bir şey uyandıramaz, uyandıramayacak.
Zira bütün bir İslam coğrafyası, baştan başa yaşayan ölüler diyarıdır.
Bundan dolayı da izzet yerine zilleti, erdem yerine alçaklığı, cesaret yerine korkaklığı, üstünlük yerine geri kalmışlığı, efendilik yerine köle olmayı, rahmet yerine azabı yaşıyor ve daha önemlisi bütün bu kepazelikleri hak ediyorlar.
Büyük velinin dediği gibi:
‘Haşa zulmetmez kuluna Hüda’sı
Kişinin çektiği kendi cezası!’
Nitekim sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselam): ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz ve öyle haşrolursunuz’ buyurmaktadır.
O halde; herkes sonsuzluk kervanındaki yerine hazırlansın!
Paylaş