Paylaş
Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek hayatı ‘film gibi’ dediğimiz insanlardan. Kendini Kıbrıs’ta barışa ve çözüme adamış bir aktivist olarak davası uğruna gün geldi KKTC’de ‘hain’ damgası yedi, gün geldi Rum Kesimi’nde ciddi ölüm tehditleri aldı, gün geldi çalıştığı ‘Kıbrıs Üniversitesi’nden kovulması için kampanya yapıldı.
Niyazi ile 1990’larda Güney Kıbrıs’taki evinden 20 dakika mesafede, KKTC’de yaşayan ailesini görmek için Larnaka’dan Atina’ya, Atina’dan İstanbul’a, İstanbul’dan da KKTC’ye seyahat ettiği dönemde tanıştım. Niyazi, bugün ‘Kıbrıs Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi dekanı. Yani bir Kıbrıslı Türk hem de Rum üniversitesinde dekan. Pek çok kitap yazdı. Her tür milliyetçiliğe karşı çıktı hep. 1960’larda Türklerin, 1974’te Rumların çektiği acıları anlatan ‘Duvarımız’ adlı bir film çekti. Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ta ancak yıllar sonra gösterildi. Yakında Türkiye’de çıkacak kitabında hayatını anlatıyor: Adı ya ‘Ötekinin Defteri’ ya da ‘Bitmeyen Savaşın Hikâyesi-Bireysel Tanıklık’ olacak. Lefkoşa’nın güneyinde buluştuk. 54 yıla sığan ilginç hayatını anlattı.
Gettoda beş yıl
Cumhuriyet çocuğuyum. 1959’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğuşu döneminde doğdum. Türklerin Rumcayı, Rumların da Türkçeyi mükemmel konuştuğu Bodamya köyünde. Babam çiftçi, annem ev hanımıydı. 1964’teki çatışmalarda yakındaki Arpalık köyünde altı Kıbrıs Türkü öldürülünce Akıncılar köyüne göç ettik. Beş yıl bir gettoda yaşadık. Köyün kapıları 1969’da açıldı ve ilk kez denizi gördüm. Kocaman bir mavi balon diye mırıldandım.
Zoi’ye Âşık oldum
1974’te Güzelyurt’un Akçay köyüne gittik. Liseyi orada bitirdim. Üniversite için Almanya’ya gittim. Siyasal ve sosyal bilimler okudum. Hocalarımın teşvikiyle Yunanca öğrendim. Yunanlı öğrencilerle aynı evde yaşadım. İstanbullu Zoi adlı Rum kıza âşık oldum. Ben 1964’ün kurbanıydım, Zoi 6-7 Eylül 1955 olaylarının. İstanbul’da Türk milliyetçiliğinin kurbanları Rumlar, Kıbrıs’ta da Rum milliyetçiliğinin kurbanları Türklerdi.
İstenmeyen adamdım
İlk kitabımı 1983’te yayımladım. Resmi Türk ve Yunan tarihlerine itiraz eden bir kitaptı. 1988’de Güney Kıbrıs’taki bir derneğin davetiyle orada ilk konuşmamı yaptım. İngiltere ve Almanya’da yaşıyordum, Güney Kıbrıs’a da gelip gidiyordum. Kuzey’de Rauf Denktaş döneminde ‘istenmeyen adam’dım. Gazeteler beni ‘hain’ ilan etmişti. Bu hainlik 2004’e kadar sürdü. Denktaş’ın siyaseti benimkinin tamamen zıttıydı. O, Türkler ile Rumların birlikte yaşayamayacağını savunuyordu. Keşke farklılıklarımızı anlayabileseydik.
Evimin önündeki tabut
1995’te yeni kurulan Kıbrıs Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldum. Sadece Kuzey’de hain değildim, Güney’de de milliyetçi Rumlar kampanya başlattı. “Ne işi var bu adamın üniversitemizde, gitsin” diye. Sabah evimin kapısında üzerine Türk bayrağı dikilmiş bir tabutla karşılaştım. Telefon çaldı, bir ses “Kendini ölmüş bil” dedi. Polisin uyarısıyla evi terk ettim.
En hüzünlü günüm
2003’te Kuzey-Güney arasında kapılar açılınca Kıbrıs Türk toplumuyla buluştum. Kuzeye her geçişimde kırmızı bir Renault otomobil beni takip ederdi. Hayatımda en korktuğum günü, güneyde ölüm tehditleri aldığımda ve polis bana “Otomobilini her yerde bırakma. Her sabah da kontağı çalıştırmadan altına bak” dediğinde yaşadım. En mutlu günüm 2004’te Kıbrıslı Türklerin barış kalkışmasıydı. En hüzünlü günümse Rum toplumunun Annan çözüm planına “hayır” demesi...
Paylaş