Yunan işçinin aldığı yevmiyenin üçte birine, beşte birine çalıştılar. En zor işleri yaptılar. Erkekler, pazar demeden bayram tatil demeden, tarlalarda, inşaatlarda günde 10-15 saat ter döktü. Kadınlar temizlik işlerinde, fabrikalarda tükettiler gençliklerini.
Nerede yok ki o kör miliyetçilik, ırkçılık? Onlar da "yabancı" idiler, "öteki" idiler işte. Kem gözle bakanlar hiç de az değildi. Bu yüzden bazen etnik kimliklerini gizlemek zorunda bile kaldılar. İş için, aş için, daha iyi bir gelecek için
komşu Yunanistan yolunu tutan ilk Arnavut göçmenler pek "Arnavutum" demezlerdi. Hoşgörünün, daha iyi muamelenin anahtarı o zamanlar "Kuzey Epir’liyim (Yunanistan’ın güney Arnavutluk’a verdiği isim), Saranta’dan (Yunan azınlığın yaşadığı şehir) geldim" demekti.
Atina-Tiran ilişkilerine kara bulutlar çöktüğünde ve gerginlik yaşandığında ortalıkta görünmezlerdi pek. Yunan polisi siyasi ilişkilerde sorun çıktığında "süpürge operasyonu" düzenler, Arnavut göçmenleri otobüslere bindirip ülkelerine gönderirdi.
Madalyonun öbür yüzüne bakıldığında, Yunan halkı için de basit bir şey değildi "yabancıya", "ötekiye" alışmak. Evet, bir zamanlar Yunanlar da Almanya’ya, ABD’ye gittiler işçi olarak ama o 50 yıl önceydi. Üstelik, Yunanistan öyle Almanya gibi, ABD gibi zengin değil ki, ekmek aslanın ağzında.
Binler onbinler oldu, onbinler yüzbinler. Bugün nüfusu 10 milyonun az üzerindeki Yunanistan’da yaklaşık 1.5 milyon yabancı yaşıyor ve bunların 800 bin-1 milyon arası Arnavut.
Sanki bir "minimum uzlaşma" sağlanmış gibi. Bu diyarın insanı göçmene, göçmen de bu diyarın insanına alışmış-alışıyor gibi. Elbet her şey mükemmel değil ama "Arnavutum" demek yadırganmıyor eskisi kadar.
Arnavutluk’un ekonomisi büyük ölçüde Yunanistan’dan giden dövizlerle nefes alıyor. Arnavut siyasetçiler seçimlerde oy toplamak için Atina’ya gelip miting bile düzenliyor.
Yunaistan’ın dörtbir yerinde bir sürü küçük çaplı işyeri çalıştırıyor artık Arnavut göçmenler. Ev alıyor, araba alıyorlar. Yaz tatillerinde, bayramlarda yanıbaşlarındaki ülkelerine gidip rahatça dönebiliyorlar. Çocuklarını Yunan okullarında okutuyorlar. Bu diyarda ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin toplamı 1 milyon 350 bin. Bunların yaklaşık 100 bini Arnavut. Ancak çocuklar anadillerini, Arnavutça’yı bilmiyorlar pek. Annelerinin, babalarının geldikleri ülkenin tarihini, kültürünü de.
"Tatilde Arnavutluk’a gittiğimde dedelerimin ve diğer akrabalarımın ne dediğini anlayamıyorum" diyor 11 yaşındaki Arnavut kızı İrini Mitsi. Durum öylesine "vahim" ki Larisa şehrinde, Arnavut çocuklar için anadillerini öğrenmeleri amacıyla kurs bile açılmış.
Artısı ile eksisi ile bence başka memlekette yaşamak zor şey. Kolay olsa, bir Türk şarkısının sözleri "Gurbet o kadar acı ki" ve bir Yunan şarkısının sözleri "Gurbetin ekmeği acıdır" diye başlamazdı.
Depremin şiddeti
Deprem, Atina’dan 80 kilometre mesafedeki Evia (Eğriboz) Adası’nı ziyaret ettiğinde vakit geceyarısını tam 5 saat geçmişti. Yer sarsıldı bir anda. Özellikle Mantudi kasabasının sakinleri cehennem anları yaşadı. Yataklarından fırladılar, sokaklara çıktılar karanlıkta.
Sonrası acaba daha şiddetli bir deprem olur mu korkusu. Sonrası eş dost sağ salim mi endişesi.
Atina Yerbilimleri Enstütüsü’nün birkaç dakika sonra gelen açıklaması endişeleri, korkuları, paniği artırdı: "Deprem, Richter ölçeğine göre 6.6 büyüklüğünde idi" .
Korku, endişe, panik saniyeler içinde dalga dalga bütün Yunanistan’a yayıldı. İnsanlar telefonlara sarılıp nerede olurlarsa olsunlar yakınlarını, sevdiklerini aradılar, başlarına bir şey gelmiş olmasın diye. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Sivil savunma, itfaiye, ilkyardım, tüm devlet mekanizması alarm durumuna geçti.
Sarsıntının ardından bir saat geçmişti ki, Yerbilimleri Enstitüsü’nden ikinci bir açıklama geldi: "Deprem, Richter ölçeğine göre 5.1 büyüklüğünde idi".
Yani yanlış ölçülmüş... Eh kusura bakmayın.
Atina’daki enstitüde nöbetçi sismolog, bazı cihazların depremin büyüklüğünü 5.1 göstermelerine rağmen, 6.6 gösteren cihazı dikkate alarak açıklama yapmış. Selanik Üniversitesi’ndeki nöbetçi sismolog durumu hemen anlamış ama Atina’yı aradığında telefonu kimse açmamış.
Şafak sökerken Evia adasında sokaklara dökülen insanlar kimi gülerek kimi şikayet ederek döndüler evlerine.
Yaşlılığıma dair hayaller
Yaşlılığımı düşünerek İstanbul’da aldığım eski mi eski bir apartmanın enkaz halindeki 100 metrekarelik dairesi, gördüğüm yaşadığım bahar sayısı neredeyse 50’ye ulaşırken sahip olduğum tek gayrimenkul. Daireyi onarmak herhalde satın aldığım fiyatın iki katına mal olacak.
İstanbul ziyaretlerimde bazen uğruyorum. Tavanları yüksek, pencereleri büyük eski ev işte. Oturulacak gibi değil. Zaten bugünü düşünerek girmedim bu işe. Yaşlılığım ile ilgili tüm hayallerimde İstanbul var, bu yüzden satın aldım o harabeyi.
Hayallerimde yaşlı Yorgo ağır adımlarla Beyoğlu’na gider, Balık Pazarı’ndan lüferini, kıvırcık salatasını alır, esnaf ile sohbet edip vaktini geçirdikten sonra evine döner. Bir kadeh rakısını yudumlayıp, balkonda yoldan geçenleri seyreder. Hayallerimdeki yaşlı Yorgo, eğer yasaklanmamış yer kalmışsa oltasını atıp Marmara’ya, küçük bir istavriti yakalamanın sevincini yaşar. Hayallerimdeki yaşlı Yorgo "Atina muhabiri" olarak onca yıl yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını bir kitapta toplar. Sinemaya gider, televizyonda Fenerbahçe’nin maçlarını, haberleri izler. Ve tabii ki henüz nedenini tam olarak anlayamamakla birlikte yaşlıların kaçırmadığı hava durumu bültenlerini...
Orta sınıf bir araba fiyatına aldığım daire ile ilgili planlarım çelişkili. Bazen satayım da üstüne bir şeyler katıp, ne bileyim Büyükada’da iki göz odam olsun diyorum. Bazen de orasını burasını yıkarım, şurasında değirmen dekoru yaparım diyorum.
Ev benim, hayal kurmak hakkım.
Ama gelin görün ki uğruna "Ergen Kızların Çilekeş Babaları Derneği"ni kurmayı bile düşündüğüm kızım Marianna, hayal dünyamı bir günde altüst etti.
Atina’da lise 2 (Yunanistan’da 11. sınıf) öğrencisi Marianna, meğer üniversiteyi Boğaziçi’nde okumak istiyormuş. Bunu eğer başarabilirse de kalacak yer olarak benim biricik dairemi.
"Yunanistan’daki üniversitelerin nesi var? İngilizcen çok iyi ama Türkçe’yi bozuk konuşuyorsun. Sonra şu gönül işlerine, sorumsuz yaşamına bir çekidüzen ver de öyle konuşalım" dedim.
Cevabı net oldu: "Baba yardım edecek misin? Boğaziçi Üniversitesi’ne giriş sınavları hakkında bilgi toplayabilir misin?"
Önce söylendim kendi kendime bilmemkaçıncı bin kez. Sonra neden bilmiyorum Boğaziçi Üniversitesi’ni aradım.
Ergen ya belki yarın bile fikir değiştirebilir Marianna. Değiştirmezse yaşlılığımla ilgili hayallerimi bir süre ertelemem gerekecek galiba.
Kimse babalığın bu kadar zor olduğunu söylememişti bana.