Paylaş
Olay şu;
Ben duygusalım tamam mı!
Çoğu zaman mantıklıymış gibi davranmaya çalışsam da elimde değil, bir yerde açık veriyorum.
Mesela şu birkaç gündür aklım 5 karış havada.
Aslında aklım uzun zamandır 5 karış havada.
Hatta bence ben aklım 5 karış havada doğdum; ama sonradan yere indirildim. Ne zamanki havaya karışma şansımı yeniden elime aldım, “bıraktırabilene aşk olsun” oldum.
Ama bazen aklım 5 karış havada değilmiş gibi yapıyorum.
N’apıyım abi, sistem öyle gerektiriyorsa!
***
Aklım 5 karış havada; çünkü etrafımda dikkatimi dağıtan bir sürü güzel şey var.
Oysa bir gazeteci çok daha dikkatli olmalı. Konsantrasyon gerek.
Belki de dikkat dağınıklığı (ADHD) var bende.
Bi şey beni sıkıyor, boş geliyor, heyecanımı çekmiyorsa, ve konunun sonunu anladıysam acayip sıkılıyorum ve kopuyorum o ortamdan.
Elimde değil.
Ben gazeteci de değilim.
Olamıyorum. En sonunda bunu da anladım. Kabullendim.
Neden olmam gerektiğini de pek bilemiyorum aslen. Arada bir olasım geliyor, sonra gidiyor.
O anki ruh halime bağlı gibi...
Korkarım içimde yok. Varmış gibi filan yapıyorum. Ne saçma.
Etrafımdaki gazetecilerin nasıl da her daim hazır olduklarını görünce, utanıyorum kendimden. En basitinden ben Gezi sırasında öyle çok “zıpla zıpla” zıpladım ki, zıplayanları görüntüleyemedim. Çok güldüm buna. Oysa benim o an görüntü almam gerek; ama ben o anı yaşama derdindeyim.
Aklım 5 karış havada yani işte.
Tam gazetecilik yapılabilecek bi anda, ben, sağımdan geçen bir kelebek görüyorum ve kafaM gidiyor.
O anda o kelebeğin uçuşundan daha önemli hiçbir şey kalmıyor kafamda.
Gerçekten.
Size sadece o kelebeği anlatmak istiyorum. Ama böyle saatlerce, sayfalarca.
Kısa yazmak filan da sıkıyor beni. Sonra “kendini tutman gerek Yonca olmaz” diyorum.
Neden ki?
Çünkü öyle.
Aslında siz de ne istediğinizi tam bilemiyorsunuz gibi geliyor bana.
Bi gün “sen kelebeği anlat Yonca” derken, ertesi gün “yuh! ne kelebeği...” diyorsunuz.
E siz de haklısınız.
Belki sadece kelebeği düşünmek haram gibi geliyordur, ya da ayıp. Çünkü hep çok daha “önemli” şeyler var oluyor.
Olduruluyor.
“Sistem bu abi!” diyesim geldi yine.
Kalıplar kurallar olayı.
Bu kuralları ben koymadım ki!
Sanki birileri, sırf biz o güzelim kelebeği göremeyelim diye uğraşıyor.
Hayat akıp gidiyor yahu!
Geçen zamandan daha önemli ne var ki?
Ben, sadece kelebeği düşünecek hale gelebilsek, diye hayal kuruyorum.
Hep beraber sürekli o kelebeğin nasıl da süzüldüğünü, o kısacık ömrünü ne çok çiçek koklayarak geçirebildiğini, hızlı kanat çırpışının hayatın hızla akıp gittiğini anlattığını, ve biz “bi 70 yıl yaşarsak şükredeceğiz..” derken; oncağızın 2 haftalık ömre her an şükrettiğini düşünmediğimizi filan konuşalım istiyorum.
Ne çok kaçırdığım(ız) şey var.
Hala var!
Keşke tek derdimiz ağaçlar ve kelebekler olsa.
Doğa olsa.
Çocuklar, gençler, hayvanlar olsa...
Saçma sapan dandik dundik konuları; vahşeti, şiddeti, politik çıkarları güden insanların hiçbiri olmasa etrafta ne güzel olurdu di mi?
Bi çiçek olsa mesela, o çiçeği ektin mi sağa sola, insanlar kokusundan büyülense ve herkes iyilikler peşinde koşmaktan başka şeyi düşünmese.
Her baktığın yerde iyilik görmek istersen, görürsün kesinlikle.
Gördükçe de görürsün.
Ve ben deli değilim.
Şu anda aklımda TOG için Powerade’in sponsorluğunu yaptığı RunFire Cappadocia ultra maratonunda koşmak var.
Bundan başka bir şey düşünemiyorum.
İçimden konuşmak, yazmak da gelmiyor.
6 gün boyunca yana yakıla koşup finişi görmek, Nilfisk’in 200 genç için yaptığı bağışı hakkedebilmek istiyorum.
Çünkü gençlere değer!
Kafamda bu varken, ve kelebek bahçemde gözümün önünde uçarken, oğlumla beraber o kelebek hakkında şu Dünya’nın en güzel sohbetini yaparken başka ne yazılır be yahu!
Bundan daha anlamlı bir yazı ve zaman nedir ki benim için?
Ben bu zamanı kaçırırsam, geri alamam ki!
Geri almak istediğim zaman yaratmak istemiyorum ki!
Nilfisk’in Finans Direktörü Arzu Eryüce geldi dün bahçeme.
Beraber 200 genç için yaptıkları bağışı ve nasıl da inanılmaz bir iyiliğe adım attıklarını konuştuk.
Bahçemde...Bahçemde... Bahçemde...
Nilfisk’in ta kaç yıldır ürettiği güçlü süpürgelerin sokakları, hastaneleri temizlemesini gençlere temiz bir gelecek bırakmak istiyor olmalarına dayandırdık.
İnsan istedikten sonra her şeyden iyilik çıkarır.
Buna bir kere daha inandım.
Bahçemde. Bahçemde. Bahçemde.
Benim bahçemden kime ne, ve bu kime ne ifade eder bilmiyorum ama yıllarca “plaza kaşarı” hayatı yaşadıktan sonra, sürekli evden ofise, ofisten çocukların okuluna, okuldan eve kapandıktan ve bütün bunları sadece klimalı bir ortamda aşırı stres altında yaptıktan, memlekete/çocuklarıma/anneme/arkadaşıma/hayata sürekli hasret kaldıktan sonra arızalandım ben belki de.
Hayatımdaki tüm öncelikler yer değiştirdi.
Eskiden yapaMAyacağım şeylerin listesi uzundu, oysa şimdi yapabileceklerimin listesi uzun.
Ve hayatta tek bir saniye kaybetmek istemiyorum.
Yapmak istediğim şeylerin en başında da NEFES almak geliyor.
Nasıl derin nefesler alıyorum bir görmeniz gerek.
Abartılı nefesler.
Taksim Meydanı’nda sağa sola kaçışırken nefes alamadığım her an söz vermiştim kendime.
Hayatta olmanın ve hayatta olamayanların adına her nefesini derin çekeceksin içine.
Nefes alabildiğim sürece;
Şikayet etmeden,
Kaybettiğim, boşa geçirdiğim her zamanın ardından duyduğum pişmanlıklar yüzünden,
Geri almak istemediğim zamanlar yaşamak istediğimden...
Belki bencilliği, belki tutarsızlığı, belki dengesizliğimin içindeki dengeyi; belki yalnızlığımın içinde kalabalık, belki de kalabalığımın içinde yalnızlığı sevdiğimden...
Of işte her neyse o yüzden...
Ben gazeteci olamıyorum işte.
Bırakalım beni dağınık kalayım.
O yüzden.
Yonca
“kelebek”
Acilen Candan Erçetin’den Bahar dinlene... hemen.
Paylaş