Yeşil yağmurluğumun hikayesi

4-5 yaşındaydım. Annemle babam Almanya’ya gitti. Beni de Neriman teyzemlere bıraktılar.

Haberin Devamı

Orada kalmak demek, Yakup abimle Hakan abim tarafından sabah akşam ne istersem yapılması, Esat eniştem tarafından kahkaha ve gülücüklerle ne istersem pişirilmesi, Neriman teyzemle onun öğretmenlik yaptığı okula gidip “dolmakalemini” kullanmama izin verilmesi ve şiir öğrenmek demekti.
Dolmakalem kelimesi en sevdiğim kelimeydi. Çok gülerdim o kelimeye... Komik gelirdi bir kaleme “yeşil biber dolması” sandığım dolma denmesi. Kalem de yeşil yazmıyordu ki! E o zaman niye dolmakalemdi?

***

Daha eğlenceli bir anne babadan ayrı kalma olayı olamazdı yani.
Üstelik bir de İstanbul’da olmak demekti bunların hepsi.
Bakırköy’de, apartmanın bahçe katında bir evdi... Balkondan ve hatta salon penceresinden bahçeye, kalorifere basıp da atlayabildiğin, akşamsefalarının köklerindeki balı emerek bahçelerde koşturduğun, yine akşamsefalarının siyah tohumlarını biriktirip, Ankara’ya gidip saksıya dikince bakalım ne olacak hayalleri kurmak demekti.
Balkondaki muhabbet kuşlarının sesiyle uyanmak demekti.
Bir de buz pateni seyretmek demekti.
Bir de Yakup abinin salondaki pikapta çaldığı güzel müzikleri dinlemek demekti.
Bir de yukarıdaki komşumuzun doktor olacak kızı Zeynep ablanın tıp kitaplarındaki organların hepsini çizip boyamak demekti. Ben de büyüyünce doktor olacaktım ki!
Zeynep abla bütün organları ince detay anlatır; mesela kalp damarlarını azıcık yanlış yere çizdiysem, düzeltmeme kesin yardımcı olur... Demekti...
Annemlerin gittiği gün; üzülmeyeyim diye parka gittik.
Bakkaldan ne istedimse aldık.
Akşam ne istediysem o vardı yemekte; köfte, pilav, şemsiye çikolata, mabel sakız.
Gece ben çok ateşlendim.
Ama ne ateş kardeşim, cayır cayır yanıyorum.
Yakup abim başımda, Hakan abimle beraber salonda yanımdalar yalnız kalmayayım diye. Neriman teyzem ve Esat eniştem hemen doktor getirdiler eve.
Kızamık olmuşum iyi mi!
İlaçlarımı verdiler tam saatinde, başımda soğuk havlum eksik olmadı. Yemin ederim bir insanın geçirebilecek olduğu en unutulmaz kızamıktı benimkisi.
El bebek gül bebek.
Masallar dinledim. Şiirler ezberledim. Buz pateni seyrettim. Akşamsefalarını eniştem topladı getirdi, ben balını emdim.
Ateş düştü, iyileştim.
Annemler de geldi.
Bir bavul dolusu ciciler getirmişler bana.
Bir de çiçekli yağmurluk!
Yeşil.
Üzerindeki çiçekler pembeli beyazlı. Kocaman rengarenk çok güzel çiçekler. Bir de kapüşonu var a aaaa. O da ne güzel bir şey. Şapka gibi.
Kafana geçirdin mi, yuvacıktasın sanki.
Zıplaya zıplaya dans ettim o yağmurlukla salonda.
Hava sıcak soğuk fark etmedi, giydim.
Yeşil, çiçekli yağmurluğum en, ama en sevdiğim çocukluk şeyim oldu.
Rengarenk çiçeklerinden mi, o kafamı içine sokunca kendimi çiçeklerden yapılmış minnacık bir dev kubbenin içinde hissettiren kapüşondan mı?
Yoksa...
Akşamsefalarının balını,
Balkondaki muhabbet kuşlarının şakımasını,
Neriman teyzemin dolmakalemini,
Esat eniştemin neşesini,
Yakup abimin pikabından gelen “I am a woman in love” şarkısını,
Hakan abimle izlediğimiz buz patenini,
En eğlenceli, en ihtimamlı geçirilmiş kızamık ateşini,
Şemsiye çikolatayı,
Köfte patatesi,
İstanbul’u,
Balkondan, pencereden bahçeye atlanabilen bir evi,
Masalları, şiirleri...
Hatırlattığından mıdır nedir, bilmem...
Ama o yeşil yağmurluk çok kıymetli.
Ve hâlâ benimle!
Nereye gittimse götürdüm bunca sene yanımda.
Kuzen Damla gördü dolabımda. Kendini kaybetti bu kadar güzel bir şey olamaz gel bunu tasarımla bugün de giyebileceğin hale getirelim diye. Yok dedim.
Dokunmayalım.
Kalsın böyle.
Çocukken üzerime giydiğim en sevdiğim şeyin yeşil ve rengarenk çiçekleri olan bir yağmurluk olmasından belki de...
Çiçeklerle, yağmurlarla, yeşille arkadaşım işte.
Yonca
“gökkuşağı”

Yazarın Tüm Yazıları