Paylaş
Alınan 1 kilo 1 günde verilmiyor. Yapılan o acayip diyetlere insan uzun süre devam edemiyor.
Bir günde yürümeye başlamıyor hiçbir bebek.
Önce oturmayı öğreniyor. Sonra ayakta durmayı. Sonra minik adımlarla devam ediyor. Kendine güvenince, kasları gelişince koşmaya başlıyor.
Bazıları sanıyor ki, çok zor.
Oysa değil. Zorluk bir problem değil. Aşılabilir bir şey.
Kimi yalnızsın sanıyor. Ama hiç yalnız değilsin, asla.
Kimisi seni çok cesur zannediyor.
Oysa değilsin. Olman da gerekmiyor. Hatta korkak bile olabilirsin. Ama korkularını yenebileceğini bilmek isteyenlerden misin, esas soru bu.
****
O Cumartesi çok sevimsiz bir Cumartesiydi.
Soğuk, yağmur, ayaz. Griydi her şey.
Üzerimde garip bir tedirginlik, güvensizlik, kendime bi inanmama halim vardı.
Haklıydım çünkü; insan tecrübelendikçe olası sorunları öngörebilir hale geliyor ve bu çok gıcık bir şey!
Belki de bizim insanımızın yapısını bildiğimden o kadar tedirgindim. Genelleme değil, sadece bir tespit benimkisi; insanımız hızlı tüketilen, kısa vadeli şeylerin insanı.
Uzun soluklu işler bizi sıkar. Yorar. Bayar.
Sona kalanla dalga geçeriz. Övmekten çok yermeyi severiz.
****
Beni en çok, yalnızlık korkutuyordu, aslında. Oysa alışık olduğum bir şey.
Bi yandan da, haksız yere endişeliydim. Çünkü tecrübe edinmeye başladığım gibi, uzun zamandır çalışıyordum da. Üç günlük yatırım değildi artık emeğim.
Yalnızlıksa, garip bi cesaret barındırıyor içinde.
Cesaret de yalnızlık.
Ben, kendimle arkadaş olmayı, havayla-suyla-denizle-kuşla-ağaçla-taşla konuşmayı öğrendim yollarda.
Asıl sevimsiz gerçek şuydu; yorgundum.
Bi türlü yorgun olduğunu kendine itiraf etmeyen insanlar vardır ya, ben onlardanım. Eminim yalnız da değilim.
Sanki ayıp yorgun olmak, sanki makinayız da pili tak çıkar devam ediyor bünye kaldığı yerden.
Oysa insan bedeni öyle değil!
Pili bitince bitiyor.
O Cumartesi akşamı iyice gerildim. O güne kadar yaptığım yapmadığım her şeyi yüz bin kere gözden geçirdim.
Üniversite sınavlarına girerken de böyle olmuştum. Ah o soruyu da çözeydim, ah şu testi de yapaydım. Keşke o gece erken yatacağıma, daha çok çalışaydım gibisinden.
Ne kadar çok çalışırsan o kadar çok şey yapabiliyorsun. Zekisindir ama çalışmazsın, zeka çürür gider. Çok akıllı olmayabilirsin ama çalışkansındır. Gittikçe açılırsın. Ama yine de bin tane başka etken vardır başarıyı etkileyen filan falan.
Hatalarımı tekrarlamamak için eşyalarımı da erkenden hazırlayıp ilk defa erken yattım.
“Ulen Yonca nerden nereye geldin...” diye güldüm kendime. Şu ciddiyeti başka şeylere versem, süper olurdu ama...”
Düşünmedim daha fazla.
Uyudum.
http://webtv.hurriyet.com.tr/4/57295/0/1/42-km-genclere-deger.aspx
****
Günlerden Vodafone İstanbul Marartonu.Ydu.
17 Kasım, Pazar.Dı.
Alarm sabah saat 5:00’da çaldı.
Kalktım.
2 hurma, bi duble sade Türk kahvesi ve azcık fındık fıstık indirdim mideye. Yok daha fazla bi şey yiyesim yoktu.
Zaten bu saate kadar ne yediysem işe yarayacak, bir de yolda yanıma aldıklarım var. Schneider Paris Maratonu’nda bunu çok iyi başardım. Yine yapacağım.
Şimdi hedef tuvalet!
Bu bağırsaklar boşalacak arkadaşlar.
Neden mi?
Ayol yoksa koşamazsın! Alakasız bi yerde “acil ihtiyaç molan” gelir, hapı yutarsın. Gerçi düzgün aralıklarla tuvalet kuruluyor; hatta yolda benzinci, kafe, park gibi yerler de müsait. Ama işte insan 42km 195metre koşacak olduğu maratonda onca saat koşarken bu iş gıcık bi şey. Dahası koş Allah koş, kadınız da malum, kolay eğilemiyorsun kaslar kazık gibi olunca.
Çiş-kaka işleri zor dostum, anla!
Tuvalet işimi de başarıyla tamamladıktan sonra, ameliyata giden beyin cerrahı gibi hissettim kendimi.
Öyle bi ciddiyet, bi sessizlik filan.
****
Uzun taytım – ben ona Avatar’dan esinlendim, toruk makto diyorum. Yola kitleniyoruz beraber.
Kolluklarım – içime uzun kollu tişört giyip aşırı ısınma sorunu olmasın diye. Kolluk bi çekerim uzar ısıtır, bi indiririm kısalır havalandırır.
Adım Adım tişörtüm – o sihirli tişört! Sırtında “iylik peşinde koş” yazıyor. Yolda her Adım Adım tişörtüyle koşan, gözleriyle sana gülümseyerek güç ve destek veriyor. Sessiz bir güç var o bakışta, o göz kırpışta. Ortak bir mutluluk, paha biçilmez bir his!
Pembe saç bandım – saçlar düşmesin gözümün önüne diye
Çöp torbam –rüzgar ve yağış olursa geçiririm başımdan. Hem taşıması en hafif, hem ısıyı içeride tutan, hem su geçirmez en harika şey.
Bel çantam –içinde tuz, şeker, mineral kaybı için yutması kolay koşuya özel jellerim (yol uzayıp bedenin harcadığı güç arttıkça, önemi inanılmaz), video çekimlerim için telefonum; 4 hurma, bi avuç tuzlu fıstık, acil durum için sağlık sigorta kartım, kredi kartım, kimliğim, param ve kırmızı rujum.
Atmalık eldivenler –soğukta insanın elleri öyle bir donuyor ki, düşer yani parmakların. Paris maratonunda gördüm ki, insanlar yanlarına aldıkları fazla eşyaları yolda atıyor, organizasyon toplayıp ihtiyacı olanlara veriyor. Komik bi şey oldu, eldivenlerimi yolda düşürmüşüm. Arkamdan biri geldi vermek için, “lazımsa sizin olsun benim ihtiyacım kalmadı zaten” deyince, “Aaa sen koş yonca koşsun! Tamam ya, alırım yarın öbür gün e-bay’de açık arttırmaya koyarım” dedi. Çok güldüm. Ne onur!
Atmalık sıcak tutan bi mont – ki onu birine verdim ama şu an hatırlamıyorum.
Luna sandaletlerim -1 senedir onlarla koşuyorum. Çıplak ayak koşu modelinde minimal bi çeşit sandalet.
Kırmızı rujum – pek tabi!
Simlerim – turkuvaz rengiyle anlaştım o sabah, o da tamam.
Hazırım.
http://webtv.hurriyet.com.tr/4/57295/0/1/42-km-genclere-deger.aspx
****
Kuzenim Damla 15km’yi TEGV için Adım Adım koşuyor, ama oncağızım benim 42km yüzünden ses etmiyor. Oysa onunki de az buz iş değil!
Yengem, Gaye, Önem ve Annem finişte karşılama komitesi olarak hazır olacaklar. Hatta belki Ali ve Derya da olacak. Ay inşallah gelebilirler.
Damla onlarla 15km bitirip buluşacak. Görümcem de gelecek. Vay be!
Hiç bu kadar karşılamalı bi maratonum olmadıydı. Ben her finişte tanımadık kollarda ağladım sevinçten ve acıdan. Tanımadığım insanlara sarıldım. Ama o da şahaneydi. O finişte tanıdık olmak ömre bedel bir his.
Alışmamışım ama işte bu ilgiye.
Dualarla yollandık evden.
Hele bi sağ salim geleyim de şu finişe!
Anneme fenalık geldi benim koşmamdan. Sürekli: “10-15km anladım ama bu 42ler, 80km’ler filan çok uzun!” sayıklama hali var.
Annem ne çektin sen benden be!
****
Taksim AKM önünden maraton otobüslerine bindik. Her şey tıkır tıkır.
Hava da açtı yaşasın!
Masmavi bir gök. Mis gibi bir koşu serinliği. Koştukça zaten ısınıyor insan. Bu sefer giyim kuşamım da doğru. Öğreniyorum.
Kötü hava koşulu yoktur asla. Yanlış giyim vardır Yonca. Bunu unutma.
****
Saat 8:00 Starta geldik.
Hah işte bizim Adım Adımcılar her yerde.
Her yerde Adım Adım!
Vodafone İstanbul Maratonu’na en çok sayıyla katılan grup Adım Adım. Tam 800 iyilik peşinde koşan insan! Tişörtünü gördün mü düşünme, hemen atla sarıl boynuna. Tanımasan da tanışıksın. Amacın aynı. Ruhun aynı. Gözünden çıkan mutluluk ışığı aynı.
Koruncuk için Alis Harikalar Diyarında kılıklarıyla koşacaklarla takıldım bir süre.
O arada beni okuduğu için koşmaya başlayan, gelen insanlarla tanıştım, havalara uçtum. Çıldırdım hatta neşeden! Kendimi çimdikledim şımarmamak için.
Bu arada ayaklarımı gören şaşkın. Ayaklarımla foto çektiren çektirene.
Yorumlar da şahane; “Ayakların üşümüyor mu? Sana çifte madalya versinler, işin zor. Aaaa ayakkabın yok mu?” :).
Köprü karşımızda. Nasıl güzel bir manzara, hava ve kalabalık!
Müzik de öyle.
İlk defa bu kadar “koşma” ciddiyetli kalabalık gördüm.
Sevindim.
Şu İstanbul Maratonu’na ilk geldiğim günden bugüne öyle büyük gelişmeler oldu ki! Bu hızla giderse kimse tutamaz bu güzel işi!
Ah bir de spor sponsoru ve organizasyonda gönüllü çalışacaklar olsa!
Örneğin bisikletliler. Neredeydiler?
Dubai Maratonu’nda bisikletli herkes koşanlara destek veriyor yollarda. Eminim organize olabilirler.
Olurlar da.
****
Saat 09:00 start verildi.
Yine heyecanlısın be pes Yonca! Sakin olsana artık. Ayıp yani. Ay valla kime ayıpsa ayıp. Tutamıyorum kendimi.
Başladık 42km195metre için koşmaya.
Hayırlısı.
1km oldu olmadı, Oğuzhan Özaltın’la karşılaştım. Budur işte! Şanslıyım.
Oğuzhan’la Runfire Kapadokya Ultra Maratonu’nda tanıştım. Süper insan. Alicem Aktaş’da onunla, ve hatta Halil Aktan da! Ya ne şanslı kadınım ben yaaa! Bu adamlar ultracı. Dahası çok eğlenceliler. Eğer başarıp onların tempoyu yakalarsam, yanlarında koşarsam, hayatta anlamam 42km nasıl geçmiş bitmiş. Varlıkları yeter bana.
****
2.km’de gördüğüm şeye çok üzüldüm. Engelli bir koşucu ambulanstan koşu yoluna dönmeye çalışırken koşanlar bırakın yol vermeyi, üzerinden atladılar. Resmen devireceklerdi. Zaten koşarken çektiğim videoda göreceksiniz hepsini.
http://webtv.hurriyet.com.tr/4/57295/0/1/42-km-genclere-deger.aspx
Daha sonra görme engelli atlet Necdet Turhan’la koşan Adım Adım üyesi Itır Erhart ve Gözde Uysal’dan da öğrendim ki, onlar da çok zorlanmışlar. İnsanlar arada tuttukları kılavuz ipi yararak geçmek istemiş. Öyle tehlikeli ki!
Biraz daha duyarlı olmayı öğrenmek zorundayız.
Öğreniriz.
****
5.km’ye geldiğimizde koşanları tek alkışlayanlar Fransızlardı! Babaları koşuyordu maratonda, pankart açmışlardı “Hadi Baba” diye.
Arada tek tük İstanbullu vardı. Onlara da “Hadi koşanları alkışlayın!” dedik, o zaman alkışladılar. Bizim koşan insanı nasıl destekleyeceğimizi öğrenmemiz gerek.
Türkçe koşu desteği cümlesi, ünlemi, dağarcığı oluşturmak gerek.
Yollarda öyle çok “Koş Yonca Koş” diyen vardı ki, sanırım hayal ettiğim farkındalık noktasına geliyorum. Buna da binlerce kez şükrettim. Azcık yüzüm kızardı filan ama ne yalan söylemeli, acayip hoşuma gitti!
****
9km civarı ortam inanılmaz güzeldi. Bangır bangır müzik, neşe, her yerden olağanüstü güzel bir enerji fışkırıyordu. Dahası tıpkı Paris’te olduğu gibi, bir grup insan davullarla tempo tutuyor ve destek veriyordu koşanlara. Çığlıklar attım onları görünce.
Keşke bütün İstanbul böyle dökülse sokaklara diye iç geçirdim.
Galata köprüsünden geçerken manzara inanılmazdı.
İnsan çığlık atıyor güzelliğine baktıkça İstanbul’un!
****
15km’de artık herkesten koptuk. Bi çılgın ikili bizi görünce 15km’den 42’ye devam etme kararı aldı. Yanımda fazla jel vardı verdim.
Bir maratoncu için esas olay da o 15km’den itibaren başladı İstanbul’da işte.
Tam Marmaray’ın çıkışına geldiğimiz anda birileri “Yoncaaa!” diye bağırmaz mı! Koşakaldım. ?
Ali ve Derya, benim finişe gitmeye çalışırken çıktıkları an beni görmüşler. Şaka gibiydi o an.
El sallaştık ve aynen devam.
Unkapanı’nın oradaki surlardan aşağı sahile indik ve sessizlik çarptı birden bizi. Şehir durmuş. Yollar boş. Sahilin sağı solu yeşil. Kafeler var. Ama her yer bomboş. Kimsecikler yok! Yani destekçi yok.
İşte en korktuğum şey buydu ve başımıza geldi.
Bir maratonda bence insanı en zorlayan şeylerden biri aynı yolu gel git yapmak; çünkü kafa gidiyor. Yani o uzun ince yolda git git git 10km, sonra aynı yolu dön 10km kabusun ta kendisi. Bi de tabi ben giderken karşıdan herkes dönüyor oluyor, iyice çöküyor moral.
O uzun ve sinir bozucu anda, maratoncuyu tek devam ettiren güç insanların, halkın desteği oluyor oysa. Paris’de örneğin, 42km’nin tek adımını yalnız atmadık. Yüzbinlerce Parisli sokakta alkış, kıyamet halindeydi. Elma dağıtanı, kuru üzüm vereni, el çırpanı, davul çalanı... ne istersen vardı! Her adımı acaba şimdi ne göreceğim diye attımdı.
****
Oğuzhan yanımdaydı hep. İlahi Alicem ve Halil, bi ara acılı hamburger molası verdiler. Evet doğru okudunuz. Eğlenerek koşmak budur işte!
Biz Oğuzhan’la, tuzlu fıstıklı çikolata ve jel kardeşliği yaptık yolda.
****
30km geldi ve...
Duvara çarptım. Hem de fena.
Bu bir maratoncu deyimi. Yani kafam gitti. Bi şekilde koşuyorum ama kafam bedenime karşı çalışmaya başladı. O kadar yalnızız ki! Bi Allah’ın kulu olmaz mı ya o yolda koca İstanbul’dan bi çıksın da “ha gayret desin!” Taktım buna o anda. Saplantı oldu bende.
“Oğuzhan olmasa” diyorum sürekli kendime, “ya Oğuzhan olmasa...Kesin bırakırım. Kesin 1 adım daha atamam. Offf, bi de annemler var daha finişte beni ilk defa bekliyorlar. Hiii Ali ve Derya da geldi bi de. Ay rezil mi olucam?
Hele o gençler!
Ya söz verdim ben onlara. Kıyamam.
#sözneayol...ay ne kötü espriler geliyor aklıma offf...
Ne diye sürekli söz veriyorum ben ama yaaa! Tutamasam ne olur şu sözü bi kere yaaa! O gençler bi kere bile verdikleri sözden dönmüyorlar ama Yonca! Utan yani.
Onlarca sosyal sorumluluk projesinde çalışıyorlar yılmadan. Onlara ayıp be Yonca! Seninkisi de dert mi be kadın.
Düşünme boş saçmalıkları bak kafan sana kazık atmak istiyo, dinleme. Odaklan. İleri bak. Yavaşlarsın ama bitirirsin. Bunca antrenman yaptın sen! Hazırsın. Çalıştın. O kadar sıcakta yaptığın antrenmanlara günah be yavrum. Yuh!
Organizasyon da iyi bak. Bak elma veriyorlar ne güzel gülümseyerek, su istasyonları düzenli, mis. Ah bir de İstanbullu olaydı en zor anımızda yanımızda. Ama o da olacak. İlk 15km de değil, son 25km’de de yanımızda olacaklar. Bak Oğuzhan bunları düşünüyor mu! Ya ben niye düşünüyorum bunları. Sus kafam sus.
Şımarık mısın lan sen Yonca?
Yazıklar olsun sana. Ya bırak yaaaa, çok uzun bu 42km. Bu sefer koşmayıver.
Dağ tepe dere bayır ultra koşarken hiç aynı yerden iki kere geçmiyoruz. Baksana burada ha bire düz yolda git Allah git, geri geri gel bi de. Amma zor rotaymış bu İstanbul maraton rotası. Ama yani yok böyle bir güzellik. Hah. Tamam. Ben İstanbul’a kitleneyim en iyisi. Şu Boğaz’da salınan gemiler... Gemi kadar taş yağsın kafama. Gemi görecek halim mi var? Var var, hadi bak.
Müzik açayım en iyisi. Evet müzik. Kesin müzik iyi gelir. Müziği açtığında ilk çıkan şarkı Mor ve Ötesi “Bir derdim var!” çıkar mı yaaa! Var abi bi derdim. Koşasım kalmadı şu an ama koşuyoz işte. Diren Yonca. Oğuzhan ne komik adam yahu. Bi ara Diren Nazilli derken duydum onu da. Koşarken dans ediyo iyi ki var, iyi ki var.
Sayıklama Yonca, şarkıyı değiştir. Shuffle kızım!
Amaaan, dalga mı geçiyor Evren benimle?
Gülşen başladı “yatcaz kalkcaz ordayım” ha ha ha ha. Budur evet. De yatamıyoz ki kalkak. Eve bi gideyim dümdüz yatcam. Oyyy güzelim yatağım benimmmm.
Düşünme Yonca. Koş Yonca Koş.
Anam ne bitmez 42km yahu bu!
Iyyk kramp girdi. Git evine be kramp ne işin var şimdi. Jel alayım en iyisi.
Hah kramp gitti. Kolay geçti bu sefer.
Aferin bak buraya kadar geldin. Alt tarafı 12km 195mt kaldı.
Yo. Sakın terbiyeni bozma. Küfür yok.
Manzara bak ne güzel manzara.
Aaaa 35.km’ye geldiniz bile baksana!
Kaldı 7km195mt.
****
Şener Kurtuluş, kurtuluşumuzsun harbi!
35.km’ye nasıl geldim bilmem. Geldim. Konuşasım filan yoktu. Kafam sürekli beni durdurmak için benle pazarlık yapıyordu.
Derken birden Şener fırladı karşımıza. Şener Kurtuluş Adım Adım üyesi, TOG sorumlusu. Yürekli koşucu. Engelli arkadaşlarımızı 15km ittiler ekipler halinde, ve o işi bitirip üşenmeden onca yolu benim yanıma destek olmak için koşarak gelmiş iyi mi!
Zır deli bu Adım Adımcılar yeminle!
Beni Oğuzhan’la koşarken 35.km’de yakaladı Şener. Kameramla çekim yaptı, yardımcı oldu bize. Yetmedi koşturup su aldı istasyonlardan, ha gayret dedi, az kaldı dedi, “Yonca Toplum Gönüllüleri Gençleri geldi seni finişte bekliyorlar” dedi ve beni o anda bitirdi!
Sıkıysa koşma be Yonca!
Yerim seni.
Bi baktık, Adım Adım’dan başka koşucular, kimi 15km bitirmiş gelmiş parkura, kimi 42 bitirmiş gelmiş.
İnanılmazlar!
Kaldı son 3km!
Koşanlara onlar destek veriyor. Çünkü bu iş ne demek, en çok koşan biliyor. En zorunun o son kmler olduğunu bilen bilir.
Yalnızlık demiştim başta değil mi?
Yok öyle bir şey.
Sanki onlarca km koşmamışlar gibi, evlerine de gitmemişler.
Yanımızdalar işte! Herkese destek veriyorlar, ekstraları koşuyorlar gülümseyerek hem de!
Az kaldı diyorlar. Oldu bu iş diyorlar.
Şener ayrı gaz veriyor, diğer Adım Adımcılar ayrı.
Nasıl bir his biliyor musunuz, sanki bir güç gelmiş, bacaklarınızdaki tüm ağrılı ağırlıklara kanat takmış, uçuyorsunuz o an.
İnsan, Esra Karaosmanoğlu Bayar’ın dün gönderdiği e-postadan şuraya alıntıladığım gibi şunu görüyor o yolda:
“Üç seneyi aşkın bir süredir “koşuyorum”. Sadece koşmayı değil, koşarken benden daha az şanslı olanlara yardım etmeyi seçtim. Benim gibi binlerce kişi var Türkiye’de. Dünya’da ise milyonlarca…
Ben sadece spor yaptığımı, spor yaparken birilerine yardım ettiğimi düşünürken, koşu serüveninin aslında beni daha iyi bir insan olmaya davet ettiğini gördüm.
Sadece koşmak değil, insan olmak var bu serüvende…
Koşarken düşene de rastladım, ölene de…
Hareketsiz bacaklara şifa, gözlere ışık olanları gördüm…
Şaka değil, kıtaları aşanları gördüm…
Bitiş çizgisini hüngür hüngür geçenleri gördüm…
Biri düştüğünde, kendi yarışını unutup onu ayağa kaldıranı gördüm…
Rakip koşucuya elindeki son enerji jelini vereni gördüm…
Finish’te sımsıkı sarılanı da gördüm, toprağa kapanıp bir çocuk gibi ağlayanı da…
Ben, koşarken, sporcunun insan halini gördüm…”
Esra benim bunca kelimedir yazmaya çalıştığım şeyi, anlatmış, olayı bitirmiş. Ben hala yazıyorum işte...
Kalbine sağlık!
****
42km koşabilmek için 4 aylık bir maraton planına, yağmur çamur, zebani sıcağı demeden uyman gerek. Bahane üretmeden çalışman gerek.
Yani 1 günlük iş değil.
Uzun soluklu iş.
Vodafone İstanbul Maratonu finişine;
Ben ve Oğuzhan 5 saat 11 dakika 54 saniye sonunda girerken, TOG bayrağını açtım.
Annem, Yengem, Gaye, Derya, Ali ve hatta Ali’nin babası hepsi oradaydı. Avaz avaz hepsi son 1.5 saattir her gelene destek vermek için paralamışlar kendilerini.
Damla avaz avazdı. Yetmedi benle depara kalktı...
Ellerine ellerimi çarptım. İlk defa yaşıyorum bunları bir finişe gelirken..
Görümcem Esra, bana finiş çizgisinin gerisinden “ha gayret” diye bağırıyordu.
Sol tarafta TOG Gençleri, ellerinde TOG bayrakları, “Koş Yonca Koş” diye tempo tutuyorlardı.
Gülümsedim.
Ağlamak istemedim bu defa. Sindire sindire geldim o ana.
Finişte Spor A.Ş. Genel Müdürü, Alpaslan Baki karşıladı, madalyamı verdi.
Beklemişler gerçekten sona kalan bengilleri... Budur olay.
****
http://webtv.hurriyet.com.tr/4/57295/0/1/42-km-genclere-deger.aspx
Ayağımda nasır dolu. Hiç acımıyorlar. Onlar benim yol arkadaşlarım. Nasırlaştıkça bazı yerler, inanın koşmak kolaylaştı.
Bi dolu kasım da bu seneki yarış tempomdan, çocuklarımla olan sorumluluklarımı aksatmama çabamdan, kişisel ajandasal şeylerden, hatta yazmaktan yorgun.
Sızlamayan yerim yok.
Umrum değil! Hepsi geçer, hepsi normal. Hepsine değer.
Ayıptır söylemesi, maraton haberi yapmak ayrı, maratonu koşarak, yaşayarak yazmak ayrı.
Bu duygunun, bu adrenalinin bu güzel hissin bağımlısı oldum.
Şu koşmak bana azmi, yarım bırakmamayı, erkenden planlı olmayı, kişisel disiplini, tutarlılığı, sürdürülebilirliği, denemeyi, cesareti ve dahası korkularımı çalışarak atlatmayı öğretti. Bana iyilik yapma şansı verdi.
Gençleri tanıdım. Çocukların ihtiyaçlarını, gençlerin anlatmak istediklerini onlardan dinleme şansına erdim.
Hiçbirimiz bi şeyden haberdar değiliz bu kıt basında.
Bana; neye evet neye hayır diyebileceğimi de öğretiyor koşmak. Saçma sapan evetlere hayır diyorum. Yanlışlara da dolu dolu hayır!
Dağdaki çobanla dalga geçmemeyi de öğretiyor koşmak. Onun ihtiyacını anlamayı da, küçümsemiyorum hiçbir şeyi. Anlayarak çözmeyi deniyorum bir şeyleri.
Eğitimsizlikten şikayet eden kimi utanmaz büyüklerin, “hadi gel şu işe el at” dediğinde el uzatmadığı yerlere gittiğim için umutlu olabiliyorum.
Umutsuzluk çığırtkanlığı ile sizleri ve memleketi zehirleyenlere inat, gençlerin, çocukların, iyi şeylerin umudu olmayı seviyorum.
O gençleri görmek, finişte bekleyen tanımadığım tanıdık insanların boynuna sarılmak her şeye değiyor!
Ama, her maraton dönüşü bu boş Dünya’da aslında haftalarca anlatmak istediğim aşırı duygulu hallerimi anlatamamak, hep bi kısmak, hep bi baymıyım diye susmak.
Az ve öz, kısa filan yazmak zorunda hissetmek...
Daha çok koyuyor bana be!
Rekora koştuk, koşuyoruz. Adım Adım ilk defa, daha yarış başlamadan bağış rekoru kırdı. Dahası hala yağıyor bağışlar. Demek sizler de artık çok daha bilinçlisiniz.
Bin şükür!
Vodafone isim sponsorluğunda gerçekleşen İstanbul Maratonu gerçekten çok kısa zamanda çok uzun yol aldı. İstanbul zor bir maraton; ama altın kategorisinde bir maraton. İstanbul markasının en prestijli işi bence. Dilerim, Vodafone daha uzun soluklu olsun bu yolda. Diğer ülke ve şehirlerde isim sponsorları 6-8 yıllık olur. Umarım bu anlamda sponsorlarla Spor A.Ş arasındaki anlaşmalar uzun süreli olsun. Sağlıklı olsun.
Spor sponsoru gerek bu maratona.
İçimden hep ASICS geçiyor, ne yalan söyleyeyim.
Dünya’nın da gözbebeği olacak bizim İstanbul Maratonumuz. Başka İstanbul yok. Başka kıtalararası maraton yok.
TEK!
Onu bunu bırakın, herkesin katılabileceği, yapabileceği bir şey sokak koşusu, yürüyüşü.
Milyonlar koşacak! Demişti bu Yonca dersiniz.
Düzeltilmesi gereken “ufak” şeyler yok mu, var. Ama ben yapılana bakıyorum. Düzelecek şeyleri yapmaya hazır ekip var mı, ona bakıyorum, o da var.
Geriye biz kalıyoruz. İstanbul, ve bizim insanımız.
Yalnız bırakmasak bu işi. O uzun yola çıkanları, esas zorluğun başladığı yerde desteklemeye çıksak.
Halktan gönüllüler olması gerek.
Paris Maratonu’nda resmi çalışanlar dışında halktan gönüllü 3500 kişi çalışıyordu.
Elma doğrayan, portakal soyan, kuru üzüm tutan... Herkes işin ucundan tutuyordu.
Gönüllü müzik grupları vardı her km’de. Liseli müzik gruplarını görmeyi hayal ediyorum ben 20.km sonrası mesela! 6 saat boyunca özgürce her çeşit müzik yapsınlar, müzik salsınlar İstanbul havasına.
İlk geleni alkışladığımız gibi, son gelenin de icabında koluna girip finişe taşısak.
Bu yazı da maraton gibi uzun oldu.
Okuyanlara saygım sonsuz, teşekkürüm de.
Benim işim en kolayı. Bir engelim yok. Çalışıyorum, koşuyorum.
Ama esas işi yapan STK’lar. Gönüllüler...
Hepsi için atılan her adıma, yapılan her kuruş bağışa değer.
Koşarken çektiğim videoyu yazının muhtelif yerlerine bilerek serptim :D.
Kim nereye kadar okumaya dayanır bilemedim de ondan.
http://webtv.hurriyet.com.tr/4/57295/0/1/42-km-genclere-deger.aspx
Bir gencin sosyal sorumluluk projelerinde koca bir sene yer alabilmesi için TOG’ a 90 TL bağışlamak yeter.
İnanın bana, yapabilecek olduğumuz en iyi ve işe yarar hareket bu...
Şikayeti bırakıp harekete geçmek.
TOG'da gençler çalışmaya hazır, fırsat vermemizi bekliyorlar.
O kadar.
Hepinize beni bu sefer de yalnız bırakmadığınız için çok teşekkürler!
Benim durmaya hiç niyetim yok.
Yonca
“güçbirlikçi”
TOG bağış bilgileri
Banka: Garanti Bankası
Şube: Bağlarbaşı Şb. (422)
Hesap no: 6295999
IBAN: TR 780006200042200006295999
Alıcı: TOG
Açıklama: YTokbas/AA/sizin adınız soyadınız
Kredi kartıyla web’den bağış: https://tog.org.tr/bagis_206
Paypal: http://tog.org.tr/paypal_207
Paylaş