Paylaş
Bazen harbi umursamıyorum. Umursamamayı da öğrenmişim, ne üzücü.
Eleştirinin dile getiriliş şekli ve diliyle ilgili bu sanki.
Kesin öyle.
Bağzı okurlar “Kimin altına girdin de o köşeyi kaptın” gibi şeyler yazdığında “Hay senin gibi okur olmaz olsun” diyorum.
Ama konum bu değil.
Bir yazıya “süper” dendiğinde de çok içerlediğim oluyor.
Konum bu.
Konum; Cem Yılmaz esprisindeki acı gerçek. Magazin değil, sürekli belgesel izlediğini beyan etme durumu.
Eleştiri hakkımı kullanıyorum.
Örneğin bir azim hikâyesi yazarım, göle maya çalıp da yoğurt yapmayı başarmış bir umut hikâyesi; içerik, bilgi, örnek, duygu açısından önemli-anlamlı-esaslı bir yazıdır.
O yazıya yorum beklerim. Üj-bej yorum gelir bazen. Üzülürüm... Bir Dubai yazısı yazarım ardından, mail’ler sular seller gibi gelir.
Bu kadar mı iyi yazı olur, bu kadar mı ihtiyaç vardır o bilgilere filan. Ayol Dubai yaz bir arama motoruna, bilginin cılkı çıkık. Gelip de yazmayan bir uzaylılar kaldı zaten.
Kırılmayın lütfen.
Bir durun düşünün.
Ben de, belki o yazıya değil de, ondan bir önceki yazıma güzel bir şey duymak isterdim. Okurumun esas o yazıda bana “hah işte” demiş olmasını hayal ederdim.
“Belgesel” yazısına reyting alamazken, “Dubai”’ye almak tabii düşündürür beni.
Dahası, “müşteri” böyle seviyor/istiyor/bekliyor diye sürekli Dubai yazısı yazsam, acayip taşlanırım o da ayrı hikâye. Gerçi ben de sürekli “belgesel” izlemiyorum ki yazayım. Ruhum avare benim. Yazılarım nasıl olmasın?
Şu son dört senedir yazdığım koşuya dair bilgilendirici, haber verici, teşvik edici yazının haddi hesabı yok. Okur “acayip bıktım senin koşmandan” der; ama bakarım aynı okur atletizmde doping haberlerine dair yazmazsam demediğini bırakmaz.
Hem spor yazmamdan sıkılır, hem sporda ahkam kesmemi bekler. “Koşular hakkında daha çok yaz” deyip yazdığımda bela okuyanı var. Mail’lerini saklıyorum valla. Anısı var.
Özelimden mail atıp “Politika yazma içim bayıldı” deyip, yazmadığımda “Ülkeni önemsemeyen bencilin tekisin” diye sanal ortamda bas bas bağıran aynı kişi.
Hayır yani sanki sipariş üzerine yazılıyor bu yazılar. İçimden ne geliyorsa o be abicim. Hatta “Bugün fikrim gelmedi. Yazım yok” yazdım açıkça bir kere, o da olmadı. Küfür yedim.
Çaktırmadan dürüst olmak iyi bizde. Uluorta diil.
Hastayım yazamadım desem, olurdu bak.
Doğa doğa doğa, doğallık, doğal ürünler, organik filan diye bildiğin kendini parçalar; ama her fırsatta Dubai’ye gitmek ister. E bu da doğal.
Benim anlamadığım neden kendimizi olduğumuz gibi kabul edemiyoruzzzz?
İnsan tutarsızlıkları, ayran gönüllülüğü, arsızlığı ile de insandır. Kendi gibidir. Neyse odur. Dubai yazısına gelen “süpersin” yorumları düşündürttü beni, evet. Hatta, bak gülmeyin bana, Ayşen şahit, ağlıyordum az daha. Neden bir Dubai yazısı yapar ki o etkiyi?
Hayır yargılamıyorum kimseyi.
Ama çatlıyorum orta yerimden. Kendimizi olduğumuz gibi kabul edip sevelim istiyorum.
Açıkça “Abi ben magazinsiz yapamam!” diyelim.
Ne var yani bunda?
“Doğalcıyım ama bu bayram Dubai’de AVM manyağı olucam” diyelim.
Binlerce tezat duyguyu içimizde barındırabileceğimizi kabul etsek daha az öfkeli, daha çok dengeli olmaz mıyız?
Ben mi?
Şaman olduğumu düşünüyorum ama Dubai’de yaşıyorum iyi mi!
NatGeo Wild acayip sevdiğim bir kanal; ama dizikoliğim.
Hâlâ daha “Fatmagül’ün Suçu Ne”yi izliyorum. “Kayıp” yüzünden cuma günleri kimseyle buluşmak istemiyorum. “Aramızda Kalsın” sağ olsun, “Canım Ailem” ve “Yabancı Damat” boşluğumu doldurdu.
“Çalıkuşu” başladı mı elimde roman, karşımda Kâmran, fonda müziği.
Sürekli spor yapıp koşuyorum ama hâlâ totom yerinde ve bıngıldayan löp etlerim var. Bildiğin insanım işte.
Yonca “pehlivan”
Paylaş