Paylaş
Yıl sonu, yıl başı, ödemeler, evimizden bizi dolandırıp çıkan kiracımız, yerine yenisinin ve güvenilirinin bulunması cefası, kredi dertleri, çocukların okul paraları, zam alacak mıyım almayacak mıyım, biz neden boyumuzdan büyük işlere kalkıştık, acaba ben ailemi mutsuz ediyor muyumdur, hem tam gün çalışıp hem akşamları oturup yazı yazarak ailemden ne kadar vakit çalıyorum, günleri azıcık yavaşlatıp bir günü 24 saatten 26 saate çıkartarak mesela, günde 2 saat daha fazla uyuma şansı elde edebilir miyim, “Neden aramadın?” diyenlere “E sen niye aramıyorsun?” yazımı yollasam saygısızlık mı ederim, işten ayrılmak ve sadece yazmak istiyorum; ama çocukların ve evimizin bütün yükünü kocama tek başına nasıl bırakırım, kahretsin sanırım ben bencilim; ama kahretsin bencilliği de severim...
...
Off! Bunları okurken sizin de kafanızı davul ettim.
Özür dilerim.
Sizi hiç ilgilendirmeyen şeyler bunlar.
Hatta biliyorum bu yazıdan sonra alacağım 5 yorumdan 3’ ü bana; “O köşe senin babanın çiftliği değil, aldığın parayı haket!” diyen ve beni aslında çok yaralayan içerikte olacak.
Oysa ben o kadar iyi biliyorum ki köşemin değerini...
Parayla ölçemez değerini hiç kimse!
Ben bu köşeyi, çoğu zaman kendime bile yüksek sesle söyleyemediğim, yüreğimden geçen acı tatlı herşeye açıyorum:
Babamı özlediğimi,
Bazen bir “eşşek” olduğumu,
“Berbat bir anne miyim?” korkularımı,
Ama hayatı çok sevdiğimi,
Sırf bu yüzden herşeyi affettiğimi,
Ölmekten inanılmaz korktuğumu,
Sanki yazarsam, ölümü geciktirebilecekmişim gibi hissettiğimi,
Şükrettiğimi,
Kıymet bilmenin inanılmaz bir beceri olduğunu düşündüğümü,
İçim dışım bir ve dümdüz olduğumu,
Başıma da ne geliyorsa bundan geldiğini... Yazmak aslında öyle zor ki.
Bütün içimden geçen olmazları bile buraya yazacak kadar seviyorum ve güveniyorum bu köşeye.
Değer veriyorum bu minik dev gönül seyahatnameme...
Ve sizlere!
Bazen yazdığım bir yazı arkasından bir okur almış beni yerden yere vurmuş mesela...
Ama bunu öyle nezaketle ve akılcı bir şekilde yapıp haklı olduğu yerleri öyle güzel dile getirmiş ki, yüzüm kıpkırmızı oluyor okurken.
Bazen bir okur bir imla hatama dikkat çekiyor.
Ama o da bunu öyle yapıcı bir şekilde söylüyor ki, kendimi Türk Dil Kurumu, İmla Klavuzu karşısında saatler geçirirken buluyorum; “Öğrenmem lazım!” diyorum.
Bazen de bir okur, “Yazı öylesine anlamlıydı ki, tüm imla hatalarını gözardı ettirdi” diyor ya...
İşte o an, kendimi ölümsüz hissediyorum!
...
En azından;
İyi ya da kötü, doğru veya yanlış, her ne isem o olarak olduğum kadar,
Bütün defolarımla size;
“Alın işte! Ben bu kadar berbat ya da bu kadar saçma ve komik, hatta bazen akıl almayacak derecede mutlu ve bir o kadar durup duruken üzüntülü olabilen bir insanım” diyorum.
Hatalıdır belki düşüncelerim, yanlıştır belki bazı bildiklerim, işin bu kısmını da tepkilerden anlıyorum.
Buna bile seviniyorum, çünkü deneyerek, yanılarak, düşerek kalkarak öğreniyorum.
Ben size, “Her insan aynen bu kadar tutarsız ve bu kadar tutarlı olabilir!” demeyi seviyorum.
Bunda bir yanlış yok.
“İnsanız anasını satayım, hatalı olabiliriz” diye çığlık mı atmak istiyorum?
Çığlık atıyorum.
Sıka sıka kendimizi perişan olduk, sıkmayalım istiyorum.
***
“Kafam davul oldu!” derken uyduruktan söylemedimdi.
Yeni yıla bu karmakarışık duygularla ve kendi içimde açıklamalarla girdim.
Aslında hüzünlü de girdim...
Garip bir kadınım.
Çok mutlu olduğum anlarda içime azıcık hüzün verince, sanki daha büyük bir zevki oluyor o anın.
Daha unutulmaz oluyor.
“Mutlu aşk şiiri yoktur” misali, hüzün herşeyi daha canalıcı ve unutulmaz kılıyor.
Ben kafamın davul olmuş olmasının nedenlerini böyle uzun ve düzensizce anlatırken, beni sabırla dinlediğiniz için size çok teşekkür ediyor,
Aldığım kararlarımı uygulayabilecek olduğum bir yıl olmasını diliyorum.
Bir de size,
Kafamın davul olmuş halinin de fotoğrafını çekip aşağıya ekliyorum.
Bu da bu yazının bonusu olsun.
Hayat boş nasıl olsa...
Bari her kafa karışıklığımızın sonu,
Neşeli bir surat olsun!
Yonca
“Kocakafa”
Paylaş