Paylaş
Dün Kelebek’teki köşemde neden Ermenek’de olduğumu yazdım.
Yazımın linki burada:
http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/Yonca-Tokbas-4yaprakliyonca_232/Ermenekli-kahramanlar_27942289
Ermenek’de Recep Amca’yı da sordum.
Hani maden ocağını su basması sonucu yaşamını yitiren 18 maden işçisinden, oğlu Tezcan Gökçe’nin cenaze namazı sırasında “ayağındaki yırtık lastik ayakkabıyla” gündeme gelen Recep Gökçe’yi...
Sormaz olaydım.
O manşetlere taşınan “yırtık lastik ayakkabının” ardındaki gerçeği ve Recep Amca’nın ne kadar kırıldığını öğrenince yerin dibine geçtim.
Biz kimiz ki insanları kendimize göre yargılıyor, acıyor ve acındırıyor; zavallı olarak konumlandırıyoruz diye sormak istiyorum.
Bizim bulunduğumuz yerden, bize göre -ki bu durumda biz Kaf Dağında yaşıyoruz- o insanın koşulları uygunsuz, az, eksik olabilir.
Bize göre dedim bakın.
Oysa kendine göre, yaşadığı yere göre, o kişi öyle iyidir.
Çölde yaşayan adama terlikten başka bir şey giydiremezsin, kutuptakine terlik olmaz.
O koşulları bilmeden, yaşamadan nasıl bir kılıf biçiyoruz insanlara, ve bunu yapacak hakkı nasıl buluyoruz anlamıyorum.
Bir de insanın onuru, gururu, ne hissettiklerine dair acaba bir fikrimiz var mı? Bir haberi yaparken bunları hiç umursamaz mıyız?
Bir haberden o insan, çevresi ve hayatı nasıl etkilenir bunu hiç düşünmez miyiz?
Tek derdimiz ne kadar galeyan ve ah ve vah, o kadar reyting olmuş anlaşılan!
Recep Amca’nın her iki ayağında da canını yakan büyük nasırlar varmış.
Allah kahretsin aslında şu anda bunları da yazmam hata! Bir hatayı düzeltmek için başka bir hataya sürükleniyoruz şu saçma ortamda...
Recep Amca, yaştan deyin, köyünde toprakla, işi gücü hayatı hayvanlarıyla, ahırıyla ilgilenmek deyin, ayağındaki o bizim “acıdığımız” lastik ayakkabılarından başka bir ayakkabı ile rahat değil ki!
O bizim görünce perişan olduğumuz lastik ayakkabıları onun kıymetlisi, dahası en ayaklarının rahat ettiği ayakkabıları.
Lastik ayakkabılarının kenarındaki o yırtığı ve deliği kendisi yapmış, hatta ayaklarına bakan doktorun önerisiymiş, ancak öyle canı yanmaz rahat eder diye! Recep Amca da yapmış, rahat etmiş.
Bunu da bütün habercilere kaç kere anlatmaya çalışmış; ama sanki oğlunun acısı yetmezmişçesine, bir de o yırtık lastik ayakkabıların üzerinden daha daha acı bir haber yapabilmek daha daha reyting olabileceğinden, olan Recep Amca’nın onuruna gururuna olmuş.
Bu nasıl iştir?
Recep Amca, oğlunun acısı üstüne, bir de bu haberler yüzünden etrafına mahcup hissedip “benim kimseden bir şeye ihtiyacım yok, iyiyim ben, ayakkabı filan istemiyorum, benim her şeyim var!” diye isyan edip insan içine çıkmaz olmuş.
Bu haberler üzerine insanlar seferber olmuş ve bir televizyon programı tarafından bir de evi yenilenmiş.
Şimdi o ev bize göre bazı ihtiyaçlara sahip olabilir. Bizim standartlarımıza göre yetersiz olabilir, ama iyi de Recep Amca evinde mutluymuş ki!
Evet saray yavrusu değil; ama evi işte.
Haydi evinin yapılması bir derece; ama evinin yapılmasının televizyonlarda gösterilmesinden de kırılmış.
Keşke göstere göstere değil de, sessizce yapılaymış bu iyilik.
Şov değil de, iyilik olarak kalaymış...
Recep Amca, artık ne konuşmak istiyor basınla ne tek kişiyi görmek istiyor bizden.
Haksız mı?
Bunları yazarak iyi mi ettim bilmiyorum.
Çünkü “Neden böyle yazdınız çizdiniz, işin aslı böyle değil” diye hem Recep Amca hem çevresi isyan edip basını arayınca: “kaç zamandır bekliyoruz, haber kovalıyoruz, hiç haber çıkmadı, siz de bizi anlayın, haber yapmamız lazımdı” benzeri bir cevap verebilmek, bilmiyorum hangi vicdana sığıyor.
A la turca tuvaleti, eve ayakkabı çıkarıp girmeyi, yer sofrasını, toprağa bulanmış çarıkları, hayvan kokusunu, tezekli ahırları beğenmeyiz, sevmeyiz, acırız, hijyenik bulmayız, içimiz almaz bizim.
Moderniz biz.
Çok gelişmiş burnu havada şehirli züppeleriz.
Ajitasyon demagoji ağlatan Türk filmi bizim işimiz.
Buyuz biz.
Oysa coğrafya, iklim, yaptığın iş, hayatın neyse osundur.
Hayvanını otlatırsın, dağ dere tepe toprak demez yürürsün. Ayağın neyle rahatsa onunla bir ömür geçirirsin. Marka marka ayakkabı dolabı doldurmak yoktur hayallerin arasında. Paran olsa da istemezsin...
Evladını kaybetmişsin, ayağına ne giydiğin filan değildir derdin.
Cenazeye siyah gözlük takarak gitmezsin. Acın yüzünde gözünde apaçıktır.
Acıdan, halinden her nasılsan öyle olmaktan utanmazsın ki...
Senin yağmur ve toprak dediğin, şehirden gelen için çamur demektir.
Şehirden birileri gelir, değiştirmek ister seni.
Acır sana.
Yardım etmek ister. Niyeti kötü değildir ama; bir acıyarak görme vardır bakışında.
Oysa sen mutlusundur kendi halinden. Yırtık değildir ki ayakkabın. Ayağın rahatsa gerisi teferruattır.
Dinlemezler bi de seni, manşet olursun, koca Türkiye ayaklarına baka baka ağlar.
Biz kimiz ki kime acıyoruz?
Bunun adı habercilik...
Midir?
Özür dilerim Recep Amca.
Yonca
“özrü kabahatinden beter”
Paylaş