Paylaş
Yas tuttuk.
Müzik sustu, eğlence sustu, futbol devam etti. Çünkü tabi ki devam edecekti. Çünkü hayat devam edecekti... Etmeliydi.
Maçı izledik. Evde yemek pişirdik. Ailemizle sohbet ettik.
Evlerimizde, sokaklarda suçlu gibi, gizli gizli güldük, gülerken vicdan azabı çektik.
Dün doğan çocuklarına anneler sağlıkla kavuştukları için tabi ki sevindiler. İnsanların bazısı evlatlarını defnederken, bazıları kucağına aldı, ilk defa sesini-nefesini duydu.
Bi espriye güldük. Sonra aman ayıp olmasın diye imtina ettik daha fazla gülmekten. Zaten öyle tam da dolu dolu gülemedik. İçimizden gelmedi.
Çocuklarımız oynamaya devam etti kendi köşelerinde. Onlara bakıp “ulan ben bu çocuğu nasıl bir Dünya’ya getirdim, nasıl bir Dünya’ya bırakıyorum, ona nasıl bir Dünya sunuyorum” diye iç geçirdik. Kocamızla gözgöze geldik. Sessiz sessiz pişman olduk.
Vicdan azabı çektik içimizde beliren bazı mutluluklardan.
Bazımız siyah giyindik. Bazımız nefes alamaz oldu. Ekranlardan ayrılamadık.
Gözlerimiz şişti ağlamaktan.
Korktuk.
Çok kez, yine, bir kere daha, isyan ettik.
Yine canımızı bu kadar çok ve bu kadar sık yakan bu ortak belada, bazımız birlik olabildi, bazımız zerre umursamadı birlik denen şeyi, bazımız öfkemizi daha da azdırdı, bazımız hiçbir şey anlamadı.
Ve gün oldu bugün.
Dün bitti yani.
Peki şimdi ne olacak?
Bugün ne yapacağız?
Terörün tanımı ezelden beri belli.
Masumu vurur. Amaç acının en kötüsü, ölümün en fazlası, en çok ses getiren olmasıdır.
Ne kadar suçsuz insanı yakalarsa o kadar iyidir terör. Seni ne kadar sindirir, korkutur, güvensiz kılarsa o kadar başarılıdır terör. Veya seni ne kadar bölerse o kadar mutlu olur.
Herkes öyle ya da böyle bilir terörün ne “mal” olduğunu. Çok iyi bilirsin neler yapabilecek bir “canavar” olduğunu.
Ya da bilemezsin. Başına gelir de anlarsın.
Terör dediğin, her zaman sana bombayla veya bedensel ölümle acı vermez. Kimi zaman söylemiyle, yarattığı güvensizlik ve korkuyla da öldürür, diri diri gömer seni.
Tıpkı o baba gibi. Yaşayan ölüdür artık o baba. Nasıl yaşıyor denebilir ki!
O baba, hafta sonu İstanbul’a eğlenmeye gelen oğlunu taksiyle tesadüfen oradan geçerken teröre kaptırmış, yitirmiş; “Yok ben istemiyorum oğlum şehit olsun...Oğlum katledildi. Terörü lanetlemeyle bitseydi.. Yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar. Ben istemiyorum.” diyor...
Daha ne desin. Haklısın diyor, başımızı eğiyoruz.
Nitekim birileri bu silahları, bombaları yapıyor ve satıyor.
Birileri de alıp senin benim üstümde kullanıyor.
BU bir ticaret, yapıldığı yerin adı da CAN PAZARI.
Bu yazdığımı bütün Dünya biliyor, biliyor da bu gerçek değişmiyor.
O polisler peki?
Görev için orada, milletin can güvenliği için o soğukta saatlerce bekleyen polisler...
Baba olanı, olacağı, veya seveni sevdiceği olan/olmayan da denilemez. İnsanı kimliğine, sıfatına, rütbesine, titrine, işine gücüne, dinine, ırkına osuna busuna göre kategorize etmek nedir Allah aşkına?
Her biri hepsi can işte!
Oradan geçen, hiçbir şeyle alakası olmayan insanlar bombalar patlayınca, bir varmış bir yokmuş masal oldular.
Ekran karşısında çıldıran, gazeteler elimizde okudukça kuduran bizler varız bir de.
Kardeşiz biz diye diye kendimizi avutmaya çalışıyoruz işte...
Hayatımızdan utanarak, o sırada içinde bulunduğumuz güvenli duruma hem şükredip hem de bundan şüphe duyarak; hem hayatta olan sevdiklerimize şükredip hem olmayanlar için kahrolarak yaşayan henüz hayatta olan bizler...
Yaşamak mı yahu bu!
Yıllardır yastayız biz, yıllardır.
Yaşadığını saklayarak, utanarak, gizleyerek, ikiyüzlü mutluluklara hapsedilerek, iki günün bir başı mateme bürünerek yaşamak mı yaşamak?
Peki hala hastanede olanlar?
Hayatta kalmaya çalışanlar?
Hayatta kalıp nasıl bir hayatları olacak henüz bilmediklerimiz?
Hani sanki terör şehre, evimizin dibine inmese bitmiş mi?
Her gün bu ülke zaten şehit vermiyor mu?
Her gün PKK ile savaşmıyor mu?
Her gün türlü çeşit bir savaşın içinde can vermiyor mu?
Veya bunlar olmadığında bebekler tecavüze uğramıyor, madenlerde göçük altında işçiler kalmıyor, yurtlarda yangınlar çıkıp çocuklar yanarak can vermiyor mu?
Bütün bunlar olurken birileri hala daha kalkıp vehameti BİLE kendine yontmuyor, kendi çıkarına veya oyununa göre konumlandırmıyor mu?
Hangi konuda ortak fikirdeyiz, birleşiriz bilen var mı?
Hangi felaket bizi birleştirir yani?
Deprem mi?
Sel mi?
Savaş mı?
Yangın mı?
Çocuk sevgisi mi?
İnsan hakları mı?
Sevgi mi?
Kin mi?
İntikam mı?
Vatan mı?
Toprak mı?
Aile mi?
Aşk mı?
Ne?
Hangi evrensel değer bizi BİR kılar, birleştirir hatırlayan var mı?
O yüzden bir kere daha şiddet ve terör kavramının tanımı nerede başlıyor onu sormak istiyorum ben?
Biz dün yine karardık. Yine yas tuttuk. Matemdeyiz dedik. Yabancı ülkelerden, eş dosttan başsağlığı mesajı bekledik. Ünlülerin ne yapacağını merak ettik. Kim ne twit atmış, hangimiz duygusunu en şahane paylaşmış onu inceledik, aradık, “repost” ettik.
Peki bugün şu anda ne giyiyoruz, ne tutuyoruz, ne diyoruz, ne yapıyoruz?
Ben işte her zaman, en çok bu kısmını, yani illa bunu merak ediyorum.
Balık hafızalı yalnız ve diri diri ölü ülkem insanının bitmek bilmeyen acı eşiğini yükseltip dayanabilme kapasitesinin nerede biteceğini de merak ediyorum.
Her yeni göreceli büyük “olay” arşivlerimizde referans noktası olarak yaşıyor.
Listeliyoruz arka arkaya bu sene olan felaketleri.
Yıllık toplam ölü sayımız şu oldu diyoruz.
İstatistik bilgisi oluyor canlar.
Bu coğrafya terörle, savaşla beslenen, can pazarıyla yürüyen, öfkenin şiddettin en çok sattığı coğrafya.
Sevgi yok bu coğrafyada.
Kin nefret öfke var.
Olay olduktan sonra cinnet halinde şiddete şiddetle cevap vermek için yanıp tutuşma şehveti var.
Etkiye tepki var.
Değişim için çaba yok. Sen benden öte, ülkeler birleşip gerçekten ne yapıyor bunun için?
Yaşamak bir HAK ve ÖZGÜRLÜK olduğu için uğrunda bir şeyler yapmamız gerekir.
Kimse ölmeden, öldürülmeden, katledilmeden, teröre şehit ve kurban verilmeden ne yapacağımızı düşünmemiz ve neyse gereken onu yapmak gerekir, ve en az on yıllardır gerekir.
Çünkü terör 3 günde çözülecek, gözünü açınca puf uçacak bir kabus değildir.
Çok sabırla, azimle hemen dünden çalışmaya başlamış olmak da gerekir.
CANa olan oluyor, biz lanet okuyoruz.
İsyan ediyoruz.
Meclis’de hala kavga filan çıkıyor.
Ben, bir adım sonrasını ve bir adım öncesini düşünüyorum. O kısımlarında aktivist olalım istiyorum.
Dün kararttığım ekranı, yazdığım kahır dolu satırları bugün üzerimden atıp hayatıma devam ederken, bir sonraki sefer yine kararıp açılacak olduğum günü beklemek istemiyorum.
Sosyal Medya’da da, köşemde de isyanımı, hüznümü paylaştım arkamı dönüp “tamam en azından millete karşı görevimi yaptım, şimdi işime bakayım” durumuna düşmek ve böyle olmak istemiyorum.
Dayanamıyorum.
Tepkilerimizi her nasıl gösteriyorsak gösterelim, saygım sonsuz.
BİR DE bu konuda öyle bir adım atalım ki, bir daha o siyahı giymek zorunda kalmayalım istiyorum.
Yazıyorum yazıyorum yazıyorum.
Ne işe yarıyor inanın bilmiyorum. Kendimi Dünya liderlerinin elinde oynatılan kukla gibi filan hissediyorum.
Ben YONCA kişisi, elimden gelen neyse onu aktif olarak yapıyorum diyerek kendimi tatmin etmeye devam ediyorum.
Dahası, ben Yonca ne işe yararım ve sonucu nereye yarar onu buldum, biliyorum o konuda da durmuyor emek veriyorum.
Umut ekip hayat biçmeye devam etmek için çabalıyorum.
Elimden bu geliyor... Başka bir şey gelse, canımı dişime takar onu da yaparım, en azından bunu biliyorum.
Çok zor zamanlardan geçiyoruz, çok uzun zamandır.
Böyle zamanlarda bana tek iyi gelen şey; koca koca duvarların, taşların içinden çıkan minnacık yeşil bir filizi düşünmek.
Eğer o taşların içinden hayatı nerede bulacağını bilip güneşe uzandıysa o minnacık can, umut illa vardır diyorum.
Terörü gerçekten, ama gerçekten bitirmek isteyen Dünya birliği istiyorum.
Yonca
“kahır mektubu”
Ben, bu yazıyı daha önce de yazdımdı.
17 Şubat 2015’de, “Siyah Giydiğinin Ertesi Günü” adında Özgecan’ın ardından yazmıştım. Terör kelimesi yerinde, bu sefer kadına şiddet vardı. Ne acı...
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/yonca-tokbas_232/siyah-giydiginin-ertesi-gunu_28220942
Paylaş