Paylaş
Tıka kulaklarını. Zaten tıkamışsındır sen. Akıllı adamsın. Kendi bildiğini okuyabilen, kalbini dinleme yetisi yüksek yetişmişsin. Demek içinde de vardı. Helal olsun.
Umarım seni bu kadar seven çocuklarıma da havandan bulaşır.
Orada kal, öyle. Şu an nasılsan öyle.
Kimseciklerin seni senden almasına asla izin verme.
Buna ne Eurovisionlar, ne bizler, ne onlar, ne şunlar ne bunlar asla neden olmasın.
Olamasın.
Sen farklısın. Yenisin. Canlısın. Gençsin, genç.
Sen kendin gibisin.
Meczup halimizin dile-bedene gelmiş halisin.
Seni kimselere benzete-mediğim ve bir o kadar da her şeyimden içinde barındırdığın için seviyorum.
Senin o gözlerinden fışkıran kocaman enerjiyi seviyorum.
İçinden geldiği gibi salınmanı, zıplamanı, hayretle gözlerini açıp ne oluyor oralarda gibisinden bakmanı, sesinle dalgalanmanı seviyorum.
Kendi bildiğini okumanı, içinden geleni söylemeni, lafı uzatmamanı seviyorum.
Sana bakan insanların senle bir koyvermeyi isteyip de koyvermesini; sana özenmelerini seviyorum.
Sana bakanların gülümsemesini seviyorum. Sen insanda sevilecek hisler çıkarıyorsun ya hani, o şeyi seviyorum.
“Love me back” beni daha duyduğum ilk dakika “Haydeee!” ayağa kaldırıp Zeybek havasıyla başlatıp, göbekle karışık hiphopizemsi bir dans ettirdi. Koyverdim bedenimin hareketlerini gitti. Sayende.
Eğlendim.
Eğlendim çünkü sen de eğleniyorsun.
Her şarkında var bu his.
Ben de bu hisse bayılıyorum işte. Senin eğlendiğini hissedebilmeye...
Müziğinde Balkanlarımdan, Doğumdan, Batımdan, Kuzeyimden, Güneyimden bi şeyler var.
Ta anneannemden tut, olacak torunlarıma kadar bizden bi şeyler var. Baharatı bol ya, duyana “Şşşt hadi kalk da oyna acık!” dedirtiyor.
Filmi var müziğinin, sen de yazmışsın senaryoyu, oynuyorsun.
Eurovision filan hiç umursamıyorum!
Seni sen olduğun için dinliyorum.
Sen benim gönlümü fethettin. Çocuklarımı hiç bilmedikleri kelimelerle tanıştırıp sevdirdin.
Eurovision filan bahane...
Seni daha çok tanımak şahane!
Yonca
“Can-dan”
Deniz Seki için endişelendim
Hastası olduğum, öle bayıla dinlediğim bir kadın değil. Ama şu son durumda hakkında alınan kararın basına yansıyış ve tartışılış biçimi, beni ister istemez onun için evham ettirdi.
Hassas ve kırılgan bir kadın anlamıyor mu insanlar?
Tamam. Neyse ne. Olmuş olan. Karar mahkemenin. Temyiz hakları Seki’nin.
Bir mahkeme, bir karar, bir avukat vs ne varsa var.
Gereği yapılıyor. Sonuç neyse o olacak. Cezaysa çekilecek. Bu kadar. Haberi vermek tamam ama hâlâ daha yaraları kanatmak, beter etmek, incitmek için car car car sündürmek fena.
Hatta canice geliyor bana.
Azıcık susmak, sündürmemek gerek. “Düşene bir de sen vur” yapıp bunu da “örnek olsun başkaları ders alsın” diye yapıyoruz gibi söylemlere bahane etmek hele, kanımca kötü bir bahane.
Deniz Seki zaten yeterince perişan, anlamayana pes! Olan olduğu kadarıyla yeterince ağır ve üzücüyken.
Susalım artık. Bunun adı habercilik olmuyor benim gözümde. Akbabalık oluyor.
Yeter.
Yonca
“dozu kaçık”
Magazin
Öyyyle saçma sorular sorulabiliyor ki bazı magazin programlarında şaşkınlık içindeyim. Sanırsın kadınlar hakim, sanırsın kadınlar Allah! Öyle bir yargılama, sorgulama, kararı verme ve kesme biçme atma.
Ömrüm şu ara TV karşısında şoka girerek geçiyor. Hayır nasıl oluyor da bu kadar ne dediğinin farkında olmadan, olsa da nereye varabileceğini düşünmeden yargılamalar yapabiliyorlar anlayamadım.
Ürktüm.
Kendimi karşılarına “sorgulamak” için aldıkları bazı tiplerin yerine koydum.
Ne yapardım diye, yemin billah koşarak kaçardım ben. Ya da bildiğin ağlardım sinirimden.
Dilim de tutulurdu. Doğru bildiğim adımı bile şaşardım.
Çünkü bi an geliyor, “Ya hayır valla öyle değil!” desen de fayda etmez. Soru öyle çamur ki, cevabı versen de yetmez.
Temizlesen de izi kalır. Fena.
Gelin görün ki, insan seyrediyor. Mesela koca bir sabah boyunca yok artık dedim durdum ama zaplayamadım programı. Oysa mis gibi magazin programları da var.
Bu durumda bi yuh da bana. Hakettim.
Yonca
“Magaz-out”
Sinan Akçıl
Görüp hissettiğim şeylerden çok emin değilim ama olsun, sorasım var.
Sinan Akçıl acayip bir tip, cins bir adam. Nevi şahsına münhasır belli.
Hali duruşu ailesine olan ters köşe çıkışı çok hoşuma gidiyor.
Babasının klasik müziğine karşı onun pop hali tammm da gerçek bir baba-oğul zıtlaşma hikayesi.
Ama nedense, en neşeli halinde konuşurken bile sanki çok mutsuz, çok kırgın bu adam.
İçindeki çocuk kırık. O da büyümek istemeyip de büyümek zorunda kaldırılmışlardan sanki.
Ne olur yani bu çok bilmiş büyükler hâlâ daha öyle değil böyle diyeceklerine bağırlarına bassalar onu. En önce de babası!
Zor.
Çeken bilir. Bilen anlar gibi...
Kolay gelsin çünkü eğer hissim doğruysa, bu ortam daha da zorlaştırıyordur hayatını. Mutsuzluğu körüklüyordur için için.
Kalkan yaratıp hayali, sımsıkı korunmak gerek. Diyesim geldi.
Yonca
“Kalkanize”
Paylaş