Paylaş
Hep böyleydim ama.
Çocukken sevdiğim filmin repliklerini ezberleyene kadar izlerdim. Gerçi bunu da hâlâ yapıyorum.
“Dallas” için çekmediğim acı kalmadı. E kalmadı ya tabii!
“Dallas” ertesi okul vardı ve Ceyar’ın fesatlığından, Su Elın’ın alkolizminden, Lusi’nin aşk hüsranlarından etkilenmeyeyim diye belki, bana hiç “hadi bakalım yatağa” demeyen ailem, “Dallas” gecesi “yat uyu” derdi.
Ay bi dakka! Hayır ben şimdi ayıldım. Alakası yok! Ne kekim! Bence annemle babamın baş başa kalıp “Dallas” keyfi yapası vardı. Benim yanımda rahat etmiyorlardı. Evet, evet. Kesin bu yüzden beni yatırıyorlardı. Aşkolsun ama yani!
Ben de uyumuş gibi yapıp kapı altından eğilip tek yanak yerde, gözler şaşı, öyle izlerdim. Gözlerim bir süre normale dönemezdi. Tepeye bakık kalırlardı.
Babam mutfağa diye hızlı fırladı mı yerinden, yamulmuş gözümü toplayıp kalkıp yatağa uçana kadar ayak parmaklarımı çarpmadığım yer kalmazdı karanlıkta.
Sonra “Cennete Dönüş” vardı. Hani bir kadını kocası timsahlara yem ediyordu da kadın sonra estetikle geri dönüp kocasından intikam alıyordu. Ayol bizim eve renkli televizyon o dizinin son bölümünü renkli izleyelim diye alındı.
Sonra “Yalan Rüzgarı” yılları, pardon yüzyılları başladı. “Hayat Ağacı” da girdi hayatımıza. Biri biter, öbürü başlardı.
Madam Çendlır’ın uzuuuun tırnakları geldi bak birden gözümün önüne. O dizi bitemedi değil mi? Komşu dizilerle birleşti filan.
“Hayat Ağacı”ndaki Sam o kadar beğenildiydi ki, yanlış hatırlamıyorsam THY’deki anons onun sesindendi bir ara. Ay yoksa bilinmeyen numaralar mıydı? Ay bir şeydi ama ne?
Diziler bitmeden asla ödev yapmazdım. İyi geliyordu o boş muhabbet.
Türk dizilerinin üzerine tanımıyorum ama şimdi.
“Fatmagül’ün Suçu Ne?” benim büyük takıntım.
Ay hâlâ daha izliyorum internetten ve hâlâ tüylerim diken diken oluyor filan yani.
Yonca “takık”
Benim dizilerim
“Kayıp”, “İntikam”, “Merhamet”, “Aramızda Kalsın” delisiyim.
“Merhamet”te Özgü Namal yine süper, hep süper! “Kayıp” oyuncuları desem, hepsi komple sürüklüyor diziyi. Ana-kız birbirimize sarılıp izliyoruz her cuma. Bu nasıl dizi anlamadım. Süper iş resmen. Aslı Enver’i de “Kavak Yelleri”nden beri severim. “Kayıp”la daha da sevdim.
Bunca spor yazan bendenizin en çok sevindiği şey, her dizide illa spor sahnesi, koşan insan olması. Herkes emniyet kemerini de takıyor bak.
“Güneşi Beklerken”e de zaten sportif ve yakışıklı Kerem yüzünden sardım. Kerem’in anne babasını da tanıyorum üstelik. Kerem’e bakıp spor yapmayan kalmaz diye umuyorum.
İnsan dizilere bakıp İstanbul’da trafik yok ve bütün evler Boğaz manzaralı zanneder ama.
Nedir o evler öyle? İnsan kendi evinden soğuyor.
Her dizide Boğaz’ı görmüyor muyum ölücem! Boğaz Köprüsü’nü görmek için bile izliyor olabilirim bunca diziyi.
Kıyafetlere ne demeli peki?
Bazen dizilerin bir yerinde “Elbiselerin üzerine etiket koysalar da gidip alabilsek” oluyorum.
Beren Saat’in “İntikam”da giydiği yeşil bir elbise vardı, hani bulsam hemen alıcam. Bir de geçen haftaki kotuna bayıldım, hastaneye giderken giydiği.
Fark ettiniz mi, zenginler dizilerde düz renkler giyerken fakirler hep rengarenk ve çiçekli.
Zenginleştikçe için kuruyup çiçeklerin mi soluyor Türk dizi dilinde nedir?
Assolistimi sona sakladım.
“Çalıkuşu”!
Geri dönüşü muhteşem iyi oldu. O müzik var ya, o müzik, insanı yerine mıhlıyor. Nasıl bir aşk kokusu, tınısı, acısı, sabrı var o müzikte, girdap gibi çekiyor insanı içine. Beni alıp çocukluğuma götürüyor.
Babam masadan hiç kalkmadan izlerdi, nefes almazdık.
Zaman dururdu “Çalıkuşu” başladığında.
Şimdi de duruyor. Küçülüp çocuk oluyorum ekran karşısında.
Asla doyamayacağım bu hikâyeye, asla.
Yonca
“dizikolik”
Paylaş