Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Ayakkabı çiçek açarsa...

Christiaan Maats, Hollandalı bir genç. Üniversitede endüstriyel tasarım okurken, kafasını anlamlı hikayesi olan ürün yaratmaya takıyor.

Herkese göre öyle “saf” bir hayalperest ki, yapmak istediği ayakkabının olabilirliğine pek fazla kimseyi inandıramıyor.
Ama kafayı taktığı için, “kendi gibi” insanları bulmaya, onlara danışmaya başlıyor. Araştıra araştıra en sonunda keten tohumu bitkisi, kenevir, pamuk, yulaf ve doğada çözünebilir bir çeşit plastikle, hiç yapıştırıcı kullanmadan bir ayakkabı tasarlayıp üretmeyi başarıyor.
Bununla da yetinmiyor. Doğada tamamen çözünebilir olan bu ayakkabıların içine yerleştirdiği tohumlar sayesinde, eskidiğinde toprağa “ektiğiniz” ayakkabının içinden çiçekler açmaya başlıyor!
Şaka gibi değil mi!
OAT ayakkabılarının tasarımcısı, yaratıcısı Christiaan Maats’ı Sürdürülebilir Markalar Konferansı’nın İstanbul’daki ilk toplantısında tanıdım.
O konuşurken dikkat ettim, bütün salonun ağzı açık kalmıştı ve herkesin yüzünde bir gülümseme vardı.
İnanılmaz da hoş bir adam. Ayağında turuncu renk “çiçek açan” ayakkabılarıyla bu işi nasıl yaptığını anlatırken, salonda “Ama çok da yakışıklı!” diye twitleyenler oldu.
Sunumunun bir yerinde Hollanda Başbakanı ile çekilmiş fotoğrafı çıkınca, “Aslında bu fotoğrafın bu konferans ve sunumla hiç alakası yok; ama Başbakanımızla fotoğrafım var diye çok gurur duyduğum için her yerde göstermek istiyorum!” dedi, tüm salon kahkaha attı.
Bu rahatlık ve olduğun gibi “insan” olma halidir aslında bana en çok umut veren.
Christiaan, tatlı tatlı ayakkabılarının nasıl çiçek açtığını, nasıl “marka” haline geldiğini ve neden sürdürülebilir, iyi, güzel, bir işe yarayan ürünlere tüketicinin daha fazla bağlandığını anlatırken müthiş bir şey dedi:
“Eğer ayakkabı çiçek açabiliyorsa, neden her şey çiçek açmasın?”
Mucizevi bir cümle değil mi sizce de?
Hepimiz durduk şöyle bir. Her şey çiçek açsın istedik o an.
Çocuklarımız için, kendimiz için, gelecek için, şimdi için istedik bunu.
Derken bombayı patlattı.
Bebekler için de “ağaç olarak büyüyen” bir ayakkabı tasarladıklarını açıkladı. Artık onu giyemeyecek kadar büyüdüğünde, ayakkabısını toprağa ektiğinizde, bebeğinizin de kendisi gibi büyüyen bir ağacı olacağını söyledi, “Allah’ım üçüncü çocuğum olsun, bu ayakkabıdan alayım” derken yakaladım kendimi ve “Pes yani Yonca!” dedim.
İnsan, ayakkabısı sonradan ağaç olacak diye çocuk doğurur mu! Ben ne biçim bir tüketiciyim aklım almadı. Kaptırmanın dik alasıyım resmen.
Hatta bunu Christiaan’a da söyledim, çocuk “Ayakkabım eğer bu hissi veriyorsa, bundan daha büyük ödül olamaz bana!” dedi, çok güldük.
Sürdürülebilir Markalar İstanbul Konferansı’nda moderatörlük yaptığım iki gün boyunca, değişen dünya ve değişen tüketici eğilimleriyle değişmek/gelişmek zorunda kalan markalar adına öyle ilginç şeyler öğrendim ki, içim daha da büyük umutlarla doldu.
Markalar devrim yapıyorlar evet.
Tüketirken üretmeye yönelik, sürdürülebilirlik esasına dayalı bir devrim.
Nike, Apple, Adidas, BMW, Unilever gibi şirketler ve markaları dünyanın daha sürdürülebilir bir geleceği olması için inanılmaz bir ciddiyetle işbirliği içindeler.
Tüketicinin daha bilinçli ve duyarlı olduğunu, olmayanın da kendileri tarafından bilinçlendirilebileceğini düşünerek yola çıkıyorlar.
İçinden “iyilik” geçen, aldığı kadar veren markalar olmanın önemini, başarısını ve kalıcılığını, sürdürülebilirliğini tartışıyorlar.
Yeni “i” yani “ben” jenerasyonunun içinde paylaşmaya hazır nasıl bir “we” yani “biz” jenerasyonu olduğunu anlatan, dünyanın en iyi 10 pazarlama kitabından biri seçilen “We First”ün yazarı Simon Mainwaring’in “sosyal ve sorumluluk sahibi” marka olmanın önemini anlatırken nasıl mutlu olduğumu anlatamam.
Daha da anlatmak istediğim bir sürü şey var gerçi ama yazı uzadııı gitti.
Sürdürülebilir Markalar Konferansı bana pek iyi geldi.
Yonca
“sürdüremoderatör”
Yazarın Tüm Yazıları