Yılmaz Özdil

Zebra

20 Şubat 2011
Deniyor ki:<br><br>Beş gazeteci tutuklanacak. *
Beş de... Hangileri?
*
“Zebra koşusu”dur bu.
*
Siyah-beyaz’dır zebra.
Derisi siyahtır da...
Şeritleri mi beyazdır?
Derisi beyazdır da...
Şeritleri mi siyahtır?
Senin niyetine bağlıdır...
Kimine göre, ak’tır.
Kimine göre, kara.
Candır halbuki.
*
Asidir.
Gem vuramazsın.
Sırtına binemezsin.
Ama barışçıldır.
Kimseye zararı yoktur.
Ki, o yüzden av’dır.
Hedeftir.
Buna rağmen...
Saklanmaz.
Açık alanlarda gezer.
Merttir.
*
Türkçe...
İngilizce, İtalyanca, Lehçe, Danca, Macarca, Çekçe, Portekizce, Rumence, zebra’dır.
Evrenseldir.
*
Eşek gibi değildir.
Önsezilidir.
*
İnsandır bi nevi.
Kimine göre ak, kimine göre kara olan şeritleri, her birinde farklıdır, parmak izi gibidir.
Nüfus kâğıdı gibi.
*
Ve, parçalayıcı dişleri, yırtıcı tırnakları, pırrr diye uçacak kanatları olmadığı halde, sanki piknik yapıyormuşçasına, gayet rahat, gayet serinkanlı yaşayabilir o vahşi ortamda, o şeritleri sayesinde.
*
Çünkü...
Baş düşmanı renkkörüdür. Yeşili sarıyı, siyahı beyazı ayırt edemeyen, ilk gördüğüne şuursuzca saldırmak isteyen aslan, açık alanda hareketsiz duran zebra’yı gözden kaçırır. Kavurucu sıcakta topraktan yükselen buhar, görüş alanını titreştirir, zebra şeritlerini salınan ot yığınlarına benzetir. Kafası karışır. Pusuya yatar. Hata yapılmasını bekler. Bi kıpırda... Saldırır. Ama hangisine? Topluca gezinen zebralar, çil yavrusu gibi dağılır. E hepsi birbirine benziyor. Birini gözüne kestirip, saldırı planı yapamaz... Ona mı, buna mı derken, kafası iyice karışır. Yetişti yetişti, yetişemedi, birini yakalayayım derken, hepsini elinden kaçırır.
*
Yani?
Ortam doğalsa...
Hayatta kalır.
*
Peki ya, ortam doğal değilse?
*
Aslandan kaplandan timsahtan paçayı kurtarır, icat edildiği gün
mertliği bozan’ın hedefi olur.
*
Kafaya koymuştur avcı... Kimseye zararı olmayan zebrayı indirecektir. Hangisi? Fark etmez. Zebra zebradır... Bakar
dürbünle açık alanda duran sürüye, tetiği yoklar, basar, drannn!
*
İşte o anda...
Başlar zebra koşusu.
*
Drannn sesiyle birlikte start verilmiştir. Etrafta aslan timsah filan görmedikleri için, düzeni bozup birbirlerinden ayrılmazlar ama, bi sakatlık olduğu belli, topluca, çılgınlar gibi koşarlar. Yırttılar sanırsın. Hiçbiri düşmedi. Herhalde ıskaladı... Avcı gülümser.
*
Koşarlar koşarlar koşarlar, üç dakika, beş dakika, tık, biri tökezler, düşer... Ölmüştür.
*
Çünkü, sssss diye süzülen mermi, puff diye saplanmıştır vücuduna. O an ölmüştür aslında. Farkında değildir... İçgüdüsel olarak kanı boşalana kadar koşar koşar, son damla, düşer.
*
Deniyor ki:
Beş gazeteci tutuklanacak.
Zebra koşusudur bu.
Yazının Devamını Oku

Pantolonu gösteren ütü memleketi gösteren yök’ü

19 Şubat 2011
Dumlupınar Üniversitesi<br><br>Fen Fakültesi Botanik öğretim üyesi
Yardımcı doçent doktor
Eşi, kendisini peygamber ilan etti.
Kafasına taç takmış.
Ayaklarını öptürüyor.
Ev, dergah.
*
Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Embriyoloji öğretim üyesi
Profesör doktor
Trenlere mescit yapılmasını istedi; ancak bu talebi, virajlarda kıble denk getirilemeyeceği için devlet demiryolları yönetimi tarafından kabul görmedi.
*
İstanbul Teknik Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Zemin mekaniği öğretim üyesi
Emekli profesör doktor
Rüyasında tarikat şeyhi gördü, tarikat şeyhi rüyada kendisine “YÖK yanlış işler yapıyor” dedi, şeyhin bu sözlerini dilekçeyle, “pek muhterem başkanım, kader dostum” diye hitap ettiği Başbakanlık’a gönderdi, Başbakanlık dilekçeyi inceledi, gereğinin yapılması için Milli Eğitim Bakanlığı’na havale etti, Milli Eğitim Bakanlığı dilekçeyi inceledi, gereğinin yapılması için YÖK’e havale etti.
*
Profesör Mehmet Haberal
Başkent Üniversitesi Rektörü
Profesör Fatih Hilmioğlu
İnönü Üniversitesi Rektörü
İçerdeler.
*
Profesör Türkan Saylan.
Profesör Uçkun Geray.
Şüpheli şahıs’tılar, öldüler.
*
Profesör Kemal Alemdaroğlu
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Profesör Kemal Gürüz
YÖK Başkanı
Profesör Mustafa Yurtkuran
Uludağ Üniversitesi Rektörü
Profesör Ferit Bernay
19 Mayıs Üniversitesi Rektörü
Profesör Osman Metin Öztürk
Giresun Üniversitesi Rektörü
Profesör Erol Manisalı
Demokrasi Ödülü var.
Sanıklar.
*
Profesör Süheyl Batum
Sorbonne Üniversitesi mezunu
Galatasaray Üniversitesi Dekanı
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü
Hukuku “ulemaya soralım” diyen Başbakanımız “Senin her tarafın hukukçu olsa ne yazar” dedi.
*
Selçuk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
İslam Hukuku Başkanı
Profesör Orhan Çeker
Dekolte giyen kadınların tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi.
Yazının Devamını Oku

Sevgili Francis...

18 Şubat 2011
ABD’nin Ankara’ya gönderdiği yeni Büyükelçisi Francis Ricciardone, “bir yandan gazeteciler gözaltına alınıyor, beri yandan basın özgürlüğü deniyor, anlamıyorum” demiş. *

Anlatayım.

*

Sevgili Francis...
Geçenlerde bizim İstanbul Belediye Başkanı, sizin New York’a gezmeye gitti. Brooklyn Belediye Başkanı tarafından bandoyla karşılandı, dans gösterileri yapıldı, pastalar kesildi, akşam da en faça restoranda onuruna ziyafet verildi.

*

Yüce Türk basını “coşkulu karşılama” manşetleriyle duyurdu bu haberi... “İşte Türkiye’nin itibarı, gururlandık” diye makale döşenen bile oldu... Bi Allah’ın kulu çıkıp, “Kardeşim, Brooklyn Belediye Başkanı babamızın oğlu mu, niye bando getirmiş?” diye sormadı.

*

Ancak...
Sizin orda haysiyetsiz bi gazete var, New York Post... Yemedi içmedi, “Kardeşim, İstanbul Belediye Başkanı babamızın oğlu mu, kimin parasıyla kimi karşılıyorsun?” diye merak etti.
Sırf merak etse iyi...

*

Haşırt diye manşet yaptı!

*

Sizin ahali aportta tabii, belediyenin telefonları anında kilitlendi.
“Ben bu vergileri, sen
el âleme bando tutasın diye mi ödüyorum”
mesajları yağdı.
Sonra?
Nerden geldiğini şaşıran Brooklyn Belediye Başkanı, derhal açıklama yaptı, vaziyeti detaylı detaylı izah etti.

*

“Bando, dans, pasta ve yemek faturası, Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu tarafından ödendi! Bizimle alakası yok, davet ettiler, gittik. Amerikalı vergi mükelleflerinin parası asla kullanılmadı. Nezaket icabı, üzerinde Brooklyn köprüsünün resmi bulunan yastık hediye ettik, hepsi o... Hatta, Brooklyn Belediye Başkanı geçen sene beş günlüğüne İstanbul’a gezmeye gitti, 40 bin dolar tutarındaki gezi masrafları bile bizzat Türk tarafınca karşılandı...”

*

Neymiş efendim, Türk basını tarafından sanki Amerikalılar tarafından görkemli törenlerle karşılanmış gibi gösterilmiş ama, aslında parayı Türkiye Cumhuriyeti ödemişmiş filan... Sana ne?

*

Bizim paramızla bize
sokak ortasında avanta iftar ısmarlayanların, bizim paramızla
bize kömür dağıtanların, bizim paramızla kendisine bando
tutmasının neresi acayip?

*

Neymiş efendim, Brooklyn Belediye Başkanı’nı İstanbul’da gezdirmişiz de, 40 bin dolarcık kıyak yapmışmışız,
o da karşılığında bizimkine yastık hediye etmişmiş falan... Ayıptır, ayıp!

*

Senin İstanbul Başkonsolosun adam olsaydı da, bando tutsaydı...
Bi yastığın dedikodusunu yapacağınızı bilseydik, mehter takımı tutardık, masraftan mı kaçıcaz?

*

Bak senin yüzünden, bizim gazeteciler fırça yedi. Hüseyin bey, sana soru sordular diye azarladı alayını... (Hüseyin bey, sizin Hüseyin Obama değil, bizim Hüseyin Çelik...) AKP’nin “basın” sözcüsüdür kendisi... “Yerli yersiz, olur olmaz birine soru soruyorsunuz, o da cevap veriyor. Gazeteci olarak niye soru soruyorsunuz? Sormamalısınız” dedi.

*

Soru sorandan gazeteci olur mu emmioğlu... Yu nov emmioğlu? Bak, onu da bilmiyorsun... Başbakanımız kadar İngilizce bilmiyorsun, sonra çıkıp yerli yersiz konuşuyorsun... Sen bize akıl öğreteceğine, Türkiye Cumhuriyeti’nin New York Başkonsolosu’nu örnek al.

*

Zaten, kusura bakma ama,
seni nasıl diplomat yaptılar,
hakikaten akıl sır erdirmek
mümkün değil birader... Bizim gazeteciler çocuğunu ABD’de doğurtuyor, senin iki tane kızın
var, biri Türkiye’de dünyaya geldi.
Üstelik, Türkiye’de okutuyorsun.Bulamadın mı bi sponsor?

*

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana bando çalsan az” diye laf vardır bizde... Sen hâlâ “anlamıyorum” diyorsun...
Yenisin buralarda, tecrübesizliğine veriyorum, anlarsın yakında.

*

Francesca’yla Chiara’yı
yanaklarından öperim.
Yengeye saygılar.
Sizin Hüseyin’e selamlar...
Sincerely
Yılmaz
Yazının Devamını Oku

Schuster’le olmuyor Liman von Sanders’i getirin takımın başına

17 Şubat 2011
2017’de genelkurmay başkanı olmasına kesin gözüyle bakılan şeref madalyalı Korgeneral, darbecilikten içeri tıkıldı, evladıyla gurur duyan annesi 48 saat dayanabildi, rahmetli oldu. *

Teğmen’in telefonuna, teröristin
telefon fihristi “sehven” yüklendi. Darbecilerin bombalarını toprak altında bulan polislerin, iki gün önce Amerikalılar tarafından eğitildiği ortaya çıktı.

*

Yarbay Ali Tatar, komutanına suikast yapmakla suçlandı, canına kıydı. Albay Abdülkerim Kırca, terörist kurşunuyla felç kalıp, tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş, devlet övünç madalyası almıştı, çete lideri olmakla suçlandı, tabancasını kafasına dayadı, tetiği çekti. Albay Belgütay Varımlı, teftiş kurulu eski başkanıydı, hatta, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral İlhami Erdil’in usulsüz harcamalar nedeniyle er rütbesine düşürülmesini sağlayan kişiydi, darbecilikle suçlandı, sabah namazını kıldı, balkona çıktı, 10’uncu kattan atladı. Yüzbaşı
Olgun Vural, darbeci listesini sızdıran subay diye tanıtıldı, “Bulmacanın parçaları beni gösteriyor ama, ben değilim, bana inanın” şeklinde mektup bırakıp, intihar etti. Kurmay Albay Berk Erden, eşinin namusuna iftira attılar, üstüne, darbecilerle ilişkisi ortaya çıkmasın diye eşinin kendini aldatmasına göz yumuyor diye yazdılar, kime ne desin, canına kıydı.

*

Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki general ve amirallerin yüzde 10’u tek hamlede tutuklandı. Ne kuzey deniz saha komutanı kaldı, ne güney deniz saha komutanı, denizaltı filo komutanı bile içerde, terfi sistemi allak bullak oldu. Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri eski komutanları içerde... Genelkurmay eski başkanları İlker Başbuğ ile Yaşar Büyükanıt tutuklanacak deniyor. Birinci ordu eski komutanı içerde, öbür birinci ordu komutanı kalp krizi geçirdi.

*

Silivri festivalinin kırmızı halısı haline geldi Beşiktaş adliyesi...

*

“Başkomutan” İran’da gezideydi.

*

Taha Akyol yazdı.
Gazetecilerle sohbet ederken...
Cengiz Çandar söze girmiş.
“Kötü bi haberim var” demiş.
Başkomutan endişelenmiş.
“Eyvah, kötü bir şey mi oldu?”
Meğer damarına basıyormuş...
“Beşiktaş yine yenildi” demiş.
Kahkahadan kırılmışlar.
Koyu Beşiktaşlıdır Başkomutan.
“Hayret hakikaten” demiş.
“Nedir bu böyle yani” demiş.
Yazının Devamını Oku

O da...

16 Şubat 2011
Kasvetli bi hava var dışarda.

Tükürür gibi yağıyor.

*

Güya ampul yanıyor...
Oda’larda ışıksızım.

*

Yazının Devamını Oku

Büyüklere masallar...

15 Şubat 2011
Karınca yıllarca dirsek çürütmüş, okumuş, çalışmış, namerde muhtaç olmamak için didinmiş, zor günlere hazırlık yapmaya gayret etmiş... Ağustosböceği ise, yan gelip yatmış, elde avuçta ne varsa satmış, orman tarihinde görülmemiş borca girmiş, vur patlasın çal oynasın, harcamış.

*

E okumak, çalışmak zor tabii...
Başta ayı, ne kadar gergedan, suaygırı, bufalo varsa, ağustosböceğini örnek almış, hep beraber har vurup harman savurmuşlar, dolçe vita... Ve, kış gelmiş.

*

Sahte cennete kar yağmaya başlayınca, “Ulan tufaya mı geldik” diye mırın kırın başlamış ağaç kovuklarında... Ağustosböceği bakmış ki, karınca kıymete biniyor, basın toplantısı düzenlemiş, “Etrafta o kadar fakir fukara varken, bu şerefsiz karıncaların karnı tok, sırtı pek, kamuoyunun vicdanına sunuyorum, garip gurebayı sömüren bi avuç elit bunlar” demiş.

*

Yandaş çakallar, kıçı açıkta gezen şempanzelerin fotoğrafını basarak, “Sizin giyecek donunuz yok, onlar sıcacık yuvalarında oturuyor, bu nasıl düzen?” makaleleri döşenmişler... Papağanlar, orman televizyonuna çıkıp, ağustosböceği ne dediyse, tekrar etmişler... Tilki ise, derhal yardımlaşma derneği kurup, makarna-bulgur kırıntısı dağıtmak için bağış toplamaya başlamış... Koyunlar hislenip ağlamış, kazlarla tavuklarla beraber omuzlara almışlar tilkiyi.

*

Şak...
Karıncanın yuvası basılmış!

*

Yeraltında 6 metreye inen dehlizlerin krokileri yayınlanarak “İşte derin yapılanma” manşetleri atılmış.

*

Kazı çalışmalarında “Ne oldum deme, ne olacağım de, sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları” şeklindeki örgütsel doküman ele geçirilmiş... Akbabalar derhal olay yerine üşüşüp “İşte kanıtı, resmen istilaya hazırlanıyorlar” demiş.

*

Karınca tutuklanmış.

*

Ağustosböceği, “şark bülbülü” rumuzuyla “gizli tanık” olmuş... Karıncanın aslana suikast planı tertiplediğini, kuş ve domuz gribinin onun başının altından çıktığını, keneleri örgütlediğini, ayrıca, yuvasında yapılan aramada tavşanla zürafanın porno kasedinin ele geçirildiğini iddia etmiş... Telekulak olarak görevlendirilen baykuş, doğrulamış... Fil bile inanmış.

*

Karıncanın yakınları, Avrupa Hayvan Hakları Mahkemesi adına bilirkişi olarak duruşmaları izlemeye gelen La Fontaine’e “Senin gibi bilirkişinin taaa” diye tepki göstermişler... Ancak, La Fontaine “Saçmalamayın kardeşim, ben böyle bi rapor yazmadım, yazmadığım şeyleri yazmışım gibi eklemişler” deyince, La Fontaine’in raporuna “sehven” montaj yapıldığı ortaya çıkmış.

*

O sırada söz isteyen karga, ağzındaki peyniri düşürmüş gibi göstermek suretiyle, küçük düşürüldüğünü öne sürerek şikâyetçi olmuş. Tilki alkışlamış...
La Fontaine gözaltına alınmış.

*

Ağustosböceği Nuh’un gemisiyle dünya turuna çıkarken, sarı öküz karşılamış cezaevi kapısında karıncayı... “Anlattık o kadar, angus gibi dinlediniz, vermeyecektiniz beni” demiş.
Yazının Devamını Oku

Sevgililer Günü

13 Şubat 2011
Yarın, sevgililer günü.<br><br>Hediyenizi bugünden vereyim.<br><br>Bebeğimiz oldu çünkü. *
Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokan İzmir’imin, fili doğdu... Kız.
*
Ne öyle bebeğimiz fil’an deyip geçmeyin... Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde dünyaya gelen, özbeöz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, “ilk” bebiş fili o.
*
“İlk” dünya güzelimiz Keriman Halis gibi yani... Mustafa Kemal, kendisine kraliçe manasına gelen Ece soyadını vermişti ya hani, “ilk” tüp bebeğimiz Ece gibi... Seçme ve seçilme hakkını kullanan “ilk” kadınımız Benal Nevzat, “ilk” kadın bakanımız Profesör Türkan Akyol, “ilk” kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen bi nevi... “İlk” kadın tiyatro sanatçımız Afife Jale, Anayasa Mahkemesi’nin “ilk” kadın başkanı Tülay Tuğcu, TÜSİAD’ın “ilk” kadın başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, “ilk” kadın voleybolcumuz Suphiye Fırat, “ilk” kadın otomobil yarışçımız Samiye Morkaya gibi... Türkiye Cumhuriyeti’nin “ilk” kızlarından o.
*
(Malum, biz gâvur İzmirlilerin işi gücü seks olduğu için, bu işi de “ilk” biz başardık haliyle... Duyar duymaz tebrik için telefon ettim arkadaşlarıma, “ilk” filimizin şerefine Kordon’da tıksırıyorlarmış... E ben de Cumhuriyet Meyhanesi’ne gidip, bi duble ıksırdım tabii.)
*
Bahadır’dı ilk vatandaş filimiz... Mehmet Aurelio gibi devşirmeydi. Hindistan’dan Pak Bahadur adıyla gelmişti Fuar’a, hediye olarak... Tombiş, koca kafalı, yüreği daha kocaman, ailesinden koparıldığı için gözlerinde keder bulutları gezinen, sohbet ederken için için hıçkıran, uslu, terbiyeli, duygusal delikanlı... Fil değildi bizim için... “Bahadır” dedik ona.
*
Ancak, bugün bile her İzmirlinin yüreğini cızz ettiren affedilmez bi hata yaptık, 50 sene yalnız bıraktık onu... Sonra jetonumuz düştü. Gene Hindistan’a rica ettik, Hintçe prenses manasına gelen, güzeller güzeli Begüm’ü gönderdiler. Gönderdiler ama, Begüm henüz 2 yaşında, Bahadır andropozlu birader! Begümcük gelin olacak yaşta değil, bari “can”yoldaşı olsun dedik, Begümcan koyduk adını... Ve, hakikaten canyoldaşlığı yaptı son nefesine kadar.
*
2007’de kaybettik Bahadır’ı... Ormanda toprağa basması gereken ayakları, ömrü boyunca betona bastığı için iltihaplanmıştı. Taşımıyordu 59 yaşındaki 5 tonluk vücudunu. Katlanılmaz ağrıları vardı. Ameliyat şarttı. Narkoz verdiler. Son bi damla gözyaşı süzüldü gözlerinden, kapandı, bir daha açılmadı. Sözde yuva diye yapılan, paslı çivilerle, üç metrelik çukurla çevrili cezaevindeki tutsak hayatı son bulmuştu. Bitmişti işkence.
*
Özgür şimdi Bahadır... Alabildiğine uzanan Asya enginliğinde gönlünce koştuğunu, bebekken koparıldığı anasına babasına kavuştuğunu, hasretle sarıldığını, kahkahalarını, “döndüm, geri geldim” diye haykırdığını, ruhunun ilk kez rüzgâr aldığını hissedebiliyorum.
*
Oofff, of.
*
Dedim ya, jetonumuz düşmüştü artık... Bahadır’a yaptığımızı Begümcan’a yapmadık. Aradık, taradık, İsrail’de bulduk damadımızı... Adı, Winner... Üstelik, bu sefer denk getirmiştik, 11 yaşına gelen Begümcan’ın yaşıtıydı. İlk görüşte aşk derler ya, öyle oldu.
*
(Bir başka jetonumuzu anlatayım bu arada... Bahadır’ın daracık alanda çektiği işkence, İzmir’e ders oldu. Fuar’daki Türkiye Cumhuriyeti’nin “ilk” hayvanat bahçesini, Sasalı’ya taşıdık. Gururla yazıyorum, 425 bin metrekare... Begümcan, Winner ve bebişin yaşadığı alan, 15 bin metrekare... Zürafa, zebra, suaygırının dolaştığı Afrika savanı, 18 bin metrekare... Yüzlerce tür dostumuz barınıyor; aslan, kaplan, puma, 10 bin metrekarede... Balıklar, timsahlar, kaplumbağalar için tropik yağmur ormanı yaptık. Maymun, 7 bin metrekare. Tilki, ayı, kurtların yaşadığı alanda, doğal kayalıklar, su akıntıları var. Geyikler 8 bin metrekarede geziyor, papağanlar ferah ferah 600 metrekarede şakıyor. Uzatmayayım, 9 bin metrekarelik gölü var. 250 bin bitki türü var. Benim canım arkadaşım Bahadır’ın mezarı ve anıtı da orada.)
*
Nerde kalmıştık, hah, ilk görüşte aşk derler ya, öyle oldu... Gerdeği atlayayım, bebiş doğdu.
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde dünyaya gelen “ilk” fili o... Üstelik, yalnız değil; tarihimiz boyunca ana-babasıyla birlikte yaşayan, ilk bebiş filimiz o.
*
610 günlük gebeliğin ardından, İzmir Doğal Yaşam Parkı’nın danışmanı Profesör Nilüfer Aytuğ ve ekibi tarafından dünyaya getirildi. Nur topu gibi, 110 kilo. Begümcan, 20-25 defa emziriyor; her gün 8-10 kilo süt içiyor yani... Bir ay sonra, her gün 45 kilo meyve-sebze yemeye başlayacak. Şimdilik, barınakta... Bir hafta sonra, ana-babası gibi hemşerilerinin önüne çıkacak. İki bakıcıları var. Biri, Bahadır’ın emekli olan emektar bakıcısı Bahattin Öztanman’ın oğlu, Serkan... Öbürü, Akın Akar... Aile büyüdü, bugün yarın üçüncü bakıcı alınacak. Bakıcılar özel eğitimli; yıkıyor, paklıyor, yediriyor, içiriyor, her sabah manikür-pedikür yapıyor. 24 saat veterinerleri var. Kralımız, kraliçemiz, prensesimiz onlar çünkü.
*
“E adı ne?” derseniz...
Hepimizin bebeği o.
Adını siz koyacaksınız.
*
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, referandum yaptırıyor. İnternetten www.izmir.bel.tr adresini girip, oradaki ankete oy verebilirsiniz.
*
Benim de bir oyum var.
Buradan kullanıyorum.
*
“Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokar” demiş büyük şairimiz Cahit Külebi... Victor Hugo desen, kendi memleketine bakmış “Sefiller”i yazmış, İzmir’ime bakmış “prenses” demiş... Prenses’tir gerçekten. Kültepe Höyüğü’ndeki çivi yazılı tabletlerde geçer adı, Hitit Prensesi’dir Smyrna... Özbeöz Anadolu’dur.
*
Annesinin adı prenses.
Doğduğu şehir prenses.
Prensesidir o Türkiye’nin.
“İzmir” olsun adı.
Yazının Devamını Oku

Beş’ik...

12 Şubat 2011
Bugün 12’si.<br><br>Beş ay oldu.<br><br>Referandum geçeli... *
Demokrasinin beş’iği olacağız demişlerdi...
Bakalım hele, şu beş’ikteki nurtopuna!
*
“Sen evet de, Kenan Evren’e hesap soracağız” dediler. Tık yok. Üstelik, Evren’in maaşına zam yaptılar. Senin maaşına 20 lira zam yaptılar, Evren’e 900 lira, 12 bin küsur lira oldu maaşı... Nasıl hesap, iyi di mi? Aha dün, Kenan Evren’in avukatı AKP Milletvekili çıktı.
*
“Sen evet de, kadınları koruyacağız” dediler. Ağzını burnunu kıran, baltayla tehdit eden kocasına karşı yalvara yalvara koruma isteyen kadının talebi reddedildi, delik deşik ederek öldürdü kocası, göğsünden girip sırtından çıkan 26 santimlik bıçağın, öldürücü olmadığına karar verildi. 16 yaşındaki kızı 37 yerinden bıçaklayıp, kafasını testereyle kestikten sonra buzdolabına koyan manyağa müebbet verilmişti, serbest bırakıldı. Kadıncağız, eski kocam ölümle tehdit ediyor koruyun beni lütfen diye dilekçe verdi, seyrettiler, 14 kurşun sıktı adam.
*
“Sen evet de, çocukları daha fazla koruyacağız” dediler. Polis, suratına gaz sıkıp, yerlerde tekmeleye tekmeleye bebeğini düşürttü hamile kızın.
*
“Sen evet de, özgürlükler genişleyecek” dediler. 188 kişiyi domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen arkadaşları sokağa bıraktılar. Apo bile “Böyle hukuk olmaz” dedi, düşün gari.
*
“Sen evet de, yurtdışına çıkış kolaylaşacak” dediler. Bu imkândan faydalanan vatandaş henüz görülmedi ama, Hizbullahçılar kolayca yurtdışına çıktı.
*
“Sen evet de, işçi hakları artacak” dediler. Keçi haklarını arttırdılar. İşçinin sokakta bile yürümesi yasak, keçinin ise ormanda kafasına göre takılıp, ağaçları kemirmesi serbest. Ormanlar satılıyor ayrıca.
*
“Sen evet de, memur maaşı artacak” dediler. Önce, elektrik, doğalgaz, sigara ve kira’nın etkileme oranını düşürüp, deve etini ve veteriner vizitesini enflasyon sepetine koyarak, enflasyonu sıfırın altına düşürdüler. Sonra, enflasyon oranında zam yaptılar memura... Böylece, işçiyle keçi aynı torbaya girerken, memur maaşı da “Yok deve artık!” olmuş oldu.
*
“Sen evet de, askere bile yargıda hakkını arama imkânı getireceğiz” dediler. Görevden alınan generaller yargıda hakkını arayınca, darbeci ilan ettiler.
*
“Sen evet de, özel hayata koruma getireceğiz” dediler. 18 yaşında oy verebilen, ehliyet alabilen, evlenebilen insana, 24 yaşından önce içki içemezsin dediler. Ailesiyle restoranda yemek yiyen bebeleri “alkol”den gözaltına alıp, annelerine konsomatris muamelesi yaptılar.
*
“Sen evet de, HSYK’yı tıpkı Fransa gibi yapacağız” dediler. Bırak HSYK’sını, Fransa Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın bile makam aracı yokken, bizim HSYK’ya koydukları üyelere, sıfır kilometre makam aracı, hepsine şoför, 17 katlı bina, hepsine sekreter verip, 2’şer bin lira zam yaptılar. Kankaları olan Haşim Kılıç’a kırmızı plaka, sıfır kilometre Mercedes, yüklüce zam verileceği kesinleşti. Sanırsın büyükelçi... Pasaportları diplomat seviyesine çıkarılıyor.
*
“Yüce” mahkeme demişlerdi, inanmamıştık... Adliye’ye mübaşir almak için başvuran işsizlerin diplomasını boşverip, mezurayla boyunu ölçtüler, 1.75’ten kısa olanı elediler.
*
“Sen evet de, sanatın, kültürün değeri artacak” dediler. Heykel, ucube oldu. Allianoi gömüldü. “Evet dememek için kör olmak lazım” diyen Metin Şentürk, yandaş tivi’de programa başladı.
*
“Sen evet de, fişleme sona erecek” dediler. Önce basketbol, sonra futbol, Başbakan’ı ıslıklayanların alayını fişlediler. Uluslararası ödülleri olan Türkiye’nin gururu trompetçi Onurcan Çağatay’ı TRT’deki konser öncesinde “İhbar var” diye gözaltına aldılar. Meğer, Erzurum kış oyunlarında Başbakan’ı ıslıkladığı ve orada fişlendiği ortaya çıktı.
*
“Sen evet de, sağlık hizmetleri artacak” dediler. Kahvede güzel güzel oturan köylüleri durup dururken katarakt ameliyatı yapıp, gözlerini oydular. Bi adamın yanlış bacağını kestiler. Dünyanın her yerinde fellik fellik aranan Doktor Frankeştayn’ı serbest bıraktılar. Bi rahmetlinin kefenine, bir kadın bacağı, bir de bebek cesedi ilave ettiler. Okuyunca bunları başın mı ağrıdı? “Hap gibi anayasa” demişti Başbakanımız... Yut, geçer.
*
“Yetmez ama evet” demiştin.
Evet... Az bile hakikaten.
*
“Sen evet de, ekonomik refah artacak” dediler. Şimdi bak güzel kardeşim... “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesini, ay başında kira olarak ev sahibine ver... “Sosyal bir hukuk devletidir” maddesiyle elektriği, suyu, doğalgazı öde... Telefon faturası geldiğinde, çekinme, “Herkes haberleşme özgürlüğüne sahiptir” maddesini göster... “Herkes sağlıklı çevrede yaşama hakkına sahiptir”in imkânlarından faydalanan, villa sitesine taşın... “Kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” maddesini götür, çocuğu en yakın özel okula yazdır... Dünyanın en pahalı benzinini satan istasyondaki pompacıya da “Herkes seyahat hürriyetine sahiptir” maddesini uzat... Hadi bakalım, durmak yok, yola devam, anca gidersin.  
Yazının Devamını Oku