Türbanı Türkiye’de tanıdım

Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi’nin Ankara Büyükelçisi Muhammed Manguş, bildiğimiz klasik diplomatlardan değil. Sıkı durun, o sadece Libya’nın eski İmar İskan Bakanı değil, Başbakanı da. Muhammed Bey’e başbakan mı demeliyim, yoksa büyükelçi mi, mühendis bey mi? Libyalılar işin kolayı bulmuş, iki unvanını birleştirip Başmühendis diyorlarmış...

Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu Muhammed Bey’le Cinnah Caddesi’ndeki büyükelçilik rezidansında buluşmaya gidiyoruz. Muhammed Bey, dizinden ameliyat geçirdiği için koltuk değnekleriyle dolaşıyor. Türkçeyi eski İstanbul beyefendileri gibi konuşuyor, gayet sakin ve çok mütevazı. Yanında 40 yıllık eşi Fethiye Hanım, gelini Menal, oğlu Ayman ve kucağında ise 5 aylık torunu Malik. Kabul salonundaki kısa hoşbeşten sonra üst kattaki yemek salonuna geçtik. Masanın üstüne Libya taşınmış sanki, etli kuskustan Libya çorbasına, kıyma içli patatesten yeşil çaya kadar. Libyalılar yemekten sonra sadece meyve yiyip, yeşil çay içermiş. Tatlı ise sadece ramazanda ve bayramlarda yenirmiş. Yemeğin sonunda tavla oynadık, meğer Başmühendis Bey ‘kapalı’ tavla bilirmiş, yenildiğimi söylemeye gerek var mı?

Başmühendis Bey, hangi Kaddafi’ye güvenelim; Türkleri yere göğe sığdıramayan Kaddafi’ye mi? Türk başbakanına hakaret eden Kaddafi’ye mi? Yoksa, ‘Türkiye’yi AB’ye almayın’ diye kampanya açan Kaddafi’ye mi?

- Kaddafi’yi uzun yıllardan beri tanıyorum, Türkleri çok sevdiğini biliyorum. Türkiye bizim için çok mühim ve çok büyük bir devlettir. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Harekatı’nda yanında yer alan, petrolüyle, uçak yedek parçalarıyla yardımına koşan ilk ve tek ülke Libya oldu. Biz de 7 sene ambargo yedik, çok zor günlerimiz oldu, şimdi o günler bitti. O sıkıntılı günlerimizde Türkiye bize yarım elini uzattı, bunu unutmuyoruz. Libya 1911’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Osmanlı, o topraklara sömürgeci olarak gelmedi, padişahtan talep ettiler, o da Turgut Reis’i gönderdi.

KADDAFİ’Yİ ÇAĞIRMADINIZ

Kaddafi’den korkmaz mısınız, dünyaya meydan okuyan böyle bir devlet başkanı, kendi başbakanını parmağının ucunda oynatır gibi geliyor insana.

- Yener Bey, bir kere bunu şahsım adına kesinlikle reddederim. İnsanın kukla olup olmaması kendi elindedir, karşınızdakine fırsat verirseniz elbette olursunuz. Ben hiçbir Kaddafi’nin kuklası olan bir başbakan olmadım, beni Genel Halk Komitesi, sekreter, yani başbakan seçti. Zaten, Kaddafi öyle bir yönetici değildir, herkesin fikrine saygı gösterir, çok sakindir. Bakanlığımda da, Başbakanlığımda da bana bir gün olsun karışmadı. Bana Kaddafi’nin bugüne kadar niye Türkiye’ye gelmediğini sordunuz. Bugüne kadar ülkenizden hiç resmi davet almadı da ondan. Sadece rahmetli Özal bir defa bana; ‘Kaddafi’ye söyle, benim özel misafirim olarak Okluk’a gelip çadırını kursun, devesini getirsin’ dedi.

BİZDE KADIN TOKALAŞIR

Libya eski başbakanın güler yüzlü eşi Fethiye Hanım, başını annelerimiz gibi örtmüş. Ayrıca elini erkekten de kaçırmıyor, kaç defa tokalaştık.

- Ben türbanı ilk defa Türkiye’de gördüm, bizde hanımlar başını eşim Fethiye hanım gibi bağlar. İsteyen başı açık gezer, isteyen kapatır, herkes serbest. Sizde bu mevzu senelerdir çok problem yapılıyor, bu konuda bizden geriye düştünüz. Eğer serbest bırakılsın, göreceksiniz türban kendiliğinden yok olup kalkar. Dindar olmayanlar bile inat için türban bağlıyor sanki. Türkiye asla bir din devleti olmaz, İran ayrı bir konu.

Erbakan’ın ziyaretindeki tercüme hatasıydı

Sayın Kaddafi iyi ki bizi çok seviyor, ya sevmeze kim bilir neler söyleyecek?

- Kaddafi hür düşünceli bir insandır, kendini hiç sınırlamaz, kendine mahsus fikirlerini çekinmeden söyler. Onun için Kaddafi’yi devlet başkanı olarak değil, filozof gibi dinlemek lazım. Bir prensibi var; ‘Her milletin kendi özgürlüğünü istemesi onun doğal hakkıdır’ diyor. Kürtleri de bu prensip içine alıyor, başka bir şey değil. Kaddafi, Türkiye’nin birliğe üyeliğinin, Usame bin Ladin gibi İslamcı militanlar için bir ‘Truva Atı’ vazifesini göreceğini de söyledi. Bana ‘Türk kardeşlerim AB’ye karşı uyanık olsunlar diye söyledim’dedi, ben de Türk Dışişleri’ne aktardım. Sayın Erbakan’ın ziyaretinde olan ise, mütercimin hatasıydı. Hiç yoktan mesele çıktı, iki ülke arasındaki münasebetler uzun bir duraklama dönemine girdi. Kaddafi beni eski sıcak kardeşlik günlerine dönmemiz için Ankara’da vazifelendirdi.

‘Sallabaş’ Kemal Hoca’yı unutamam

Türkiye’ye yolunun nasıl düştüğünü soralım Başmühendis Bey’e.

- Türkiye Cumhuriyeti Libya’ya burs verdi, 3 grup halinde buraya geldik. Sene 1954, o zaman Libya dünyanın en fakir memleketiydi. 12 kişi Kara Harp Okulu’na, 3 kişi de üniversiteye girecekti. Benim de dahil olduğum 12 kişi ise liseyi Türkiye’de bitirip üniversiteye devam edeceklerdi. Ben ilk sene yanlışlıkla Kara Harp Okulu’na girdim, bir sene Türkçe öğrendim. Okul komutanımız Tümgeneral Kemal Yukeb’ti. Ertesi sene yatılı olarak Kabataş Erkek Lisesi’ne geçtim. Matematik hocamız ‘Sallabaş’ Kemal Gürsan biz Libyalılara çok yardımcı oldu, hiç unutumam. Edebiyat hocamız Halis Bey’le okul müdürümüz Faik Dranas da öyleydi. Kabataş’tan sonra kontenjandan burslu olarak İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü’ne girdim. İTÜ’den 1964’de mezun olur olmaz Libya’ya döndüm, İskan Bakanlığına girdim. 1969’da Kaddafi devrim yaptı, 1970’de Bayındırlık Bakanlığı müsteşarı oldum. Ertesi yıl Callud’un kabinesinde İmar İskan Bakanı seçtiler. 1983’e kadar aralıksız bu görevde kaldım. 1983-1994 arası Libya’nın 15 milyar dolarlık meşhur yapay nehir projesini yönettim. 1997’de Büyük Halk Kongresi beni genel sekreter, yani başbakan seçti, bu görevi de 2000’e kadar yaptım.
Yazarın Tüm Yazıları