Erol Kemal Makzume, Türkiye'nin kara ve deniz taşımacılığında tanınmış bir şirketinin ‘‘deniz tutan ve yüzme bilmeyen’’ sahibi. Aynı zamanda tablo ve antika tutkunu.
Tablodan kapaklı cep saatine, tespihten gümüşe, dürbünden bakıra, amforadan Kütahya çinisine kadar ne ararsanız var. Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin 400 metrede şampiyon atleti ve futbol takımının kalecisi. Dünyadaki tek Zonaro uzmanı ve de pek yakında Costa Rica'nın Fahri Konsolosu.
Mersin'de Ali Merzeci'yle birlikte açtığı ve adını tarihteki Tarsus Kralığı'nın bir kentinden alan ‘‘Pitura’’ adlı bir müzayede evi de var; müdiresi de pop müziğinin unutulmaz seslerinden Ayferi. Erol Makzume'yle doğup büyüdüğü İskenderun'a gittik; annesi Elena'nın kendi elleriyle yaptığı inanılmaz balık çorbasını, karidesli pilavını yedik. Eniştesi ve ortağı olan Vahdettin'in ünlü Bahriye Nazırı Avni Paşa'nın torunu Semih Baki'nin Suriye'deki yaşamöyküsünü dinledik. Bu arada judocu ve rallici eşi Gabriyel'in 25 yıl önce Beyrut'taki iç çatışmada yaşadıklarını dinlerken sarsıldık. Her yemekten sonra Tarsus Amerikan Koleji'nde okuyan biricik kızları Antea'nın piyano resitali ile dinlendik.
Limanlardaki Amerikan askerleri dekoru önünde Osmanlı'nın ‘‘Ressam-ı Hazret-i Şehriyari’’si Fausto Zonaro'yu dinledik, tescilli uzmanından. Hani şu göğümüzü, ufkumuzu çalan, hayatımıza ve güzelliklerimize tanık olan Zonaro'yu. 5 Kasım 1891'de 3. mevki biletiyle Semito gemisiyle geldiği İstanbul'da saray ressamlığına kadar yükselmesini beceren Zonaro'yu. Gelin, görün ve şaşırın, elin İtalyanı neler yapmış, neler görmüş.
Biz Levanten değiliz öz be öz Hataylıyız
Biz levanten değiliz; Makzumeler Türkiye'ye sonradan yerleşen Avrupalılardan değil. Biz Hataylıyız, Hatay'ın Türkiye'ye ilhakından itibaren de Türküz. Bu topraklarda kendimizi hiçbir zaman yabancı hissetmedik, böyle bir kompleksimiz olmadı. Siz ne kadar Türk iseniz, ben de o kadar Türküm, bununla da iftihar ediyorum.
Halepli İtalyan olan annem babamla evleneceği gün İskenderun'a gitmek için vize alamayınca, nikahları Cilvegözü sınır kapısındaki tampon bölgede yapılmış. Ben 1951'de Halep'te doğdum, 10 yaşına kadar İskenderun'da yaşadım.
Sahtesini satmaya kalkan karşısında beni bulur
- Türkiye'deki müzayede şirketlerinin bazıları benden rahatsız; çünkü birkaç müzayededen sahte oldukları için birkaç Zonaro tablosunu çektirdim. Bazı özel koleksiyonlardaki Zonaro tablolarının gerçek olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Bunların sahipleri bana sormadıkça sansasyon yaratmak için hangilerinin sahte olduğunu açıklamam. Yener bey, şahsi araştırmalarıma göre Zonaro hayatı boyunca yaklaşık 2300 tablo yapmış, Türkiye konulu olanların sayısı ise 1300 civarında. Zonaro, İstanbul'a ilk geldiğinde hayli para sıkıntısı çektiği için, ucuz malzemeli suluboya tablolar yapıp 1 altın liraya satmış. Hamam üçlemesi dışında İstanbul döneminde nü tablo yapmamıştır. ‘‘Haykıran Dervişler’’ tablosu bugüne kadar en yüksek fiyatla satılan eseridir; bir Türk işadamı 500 bin doların üstünde fiyata aldı. Gerçek Zonaro tablosu renklerinden belli olur, kendine has bir uyumu vardır. Ayrıca Zonaro, tablolarının büyük bir kısmında kendi kestiği düzgün olmayan şasi ve ahşap panolar kullanırdı. Birisi evindeki tablolunun gerçek Zonaro olduğuna inanıyorsa, varsın inansın. Ama bunu gerçek Zonaro fiyatına piyasada satmaya kalkışırsa karşısında beni bulur.
Beni Zonaro uzmanı ilan eden, ressamın ailesi
- Bundan 8 sene önce Sothebys'in bir müzayedesinde 1500 dolara aldığım Venedik konulu tablosu beni Fausto Zonaro'ya yakınlaştırdı. Padova doğumlu Zonaro 1929'da San Remo'da ölmüş. İlk araştırmamda San Remo'da Zonaro sergileri düzenleyen Dr. Falchi adlı bir sanat tarihçisini buldum. Zonaro hakkında çok yüzeysel bilgiler aktarıp bizi başından savdı. Sonunda ailenin Floransa'da yaşadığını öğrendim ve telefonla randevu alıp evin kapısını çaldım. İçeri girdiğimde çok heyecanlandım, odanın baş köşesinde bir Türk bayrağı vardı, çevresi de Türk işi kilimler, ibrikler, mangallarla süslenmişti. Kızı Mafalda, babasının bütün belgelerini, tablolarını özenle muhafaza etmiş. Şu anda kızı Yolanda da annesinin titizliğinde dedesini sahipleniyor. Yener Bey, ben kendi kendimi ‘‘dünyadaki tek Zonaro uzmanı’’ ilan etmedim, böyle bir reklamasyona ihtiyacım yok. Bunu söyleyen Zonaro ailesi; yazılı ve sözlü olarak bütün dünyaya beni bu sıfatla ilan ettiler. Başta Sotheby's ve Christie's olmak üzere dünyanın en ünlü müzayede evleri bir Zonaro tablosunu satışa koymadan önce beni arayıp gerçek olup olmadığı konusunda onayımı istiyor.
SARAY RESSAMI’NIN HATIRA DEFTERİNDEN
Ünlü sanatçı, polislerin takibinden zor kurtulmuş
Elisa ile St. Esprit Kilisesi'nde sesiz sedasız evlendikten sonra Yüksekkaldırım'dan Ayazpaşa'ya taşınmaya karar verdik. Sonunda Ayazpaşa'daki iki katlı konak için sahibi Ömer efendiyle 34 lira kirada anlaştık. Bu evde ilk oğlum Faustone dünyaya geldi.
Pera'daki Zellich Kitabevi'nin sahibi vitrindeki kitaplar arasına benim küçük tablolarımı koymaya izin verdi, tanesi 1 liradan satılacak. Burada satılan ilk 4 tablom, İstanbul'da kazandığım ilk para oldu, adım bu büyük şehirde duyulmaya başladı.
İlk başta Valide Sultan Meydanı ve çevresinde çalıştım, orada çok dostum oldu. Bir gün beni Galata Köprüsü başındaki karakola çağırıp kimliğimi sordular. Polise kartvizitimi verip emniyet müdürü paşayla görüşmek istediğimi söyledim. Paşa, bana İstanbul sokaklarında ne aradığımı sordu. Ressam olduğumu, güzel İstanbul'u resimlerime aktardığımı söyledim. İstanbul'da kimleri tanıdığımı sordu, müze müdürü Osman Hamdi Bey ve Merasimbaşı Münir Paşa'nın adlarını verdim. Bunun üzerine paşa bana bağırdı; ‘‘Gidin, istediğiniz yerde resim yapın, sadece Yıldız Sarayı ve Eyüp Mezarlığı'ndan uzak durun’’ dedi. Bu arada bütün karakollara sözlü olarak fiziksel özelliklerim bildirildi, takipten böyle kurtuldum.
İlk önemli siparişimi Roma'daki Rum asıllı Türk Sefiri Musurus Beyden aldım, eşinin portresi için bana 30 lira verdi. Ardından Şehzade Abdülmecit bir tablomu satın aldı ve bana 200 altın gönderdi. Bunun 10 altını yardımcıma bahşiş olarak verdim.
Osman Hamdi Beyle kısa zamanda dost olduk, onu sık sık Kuruçeşme'deki evinde ziyaret ediyorum. Onunla birlikte balık avına çıktık, kayığımız 3'er kiloluk balıklarla doldu. O gün ikimiz de evinde balık yemeye doyduk, ayrılırken bana bir sepet içinde 12 tane balık verdi. Boğaz sadece mavi renkleriyle değil, lezzetli balıklarıyla da insanı doyuruyor.
Maliye Nezareti Başmuhasibi Mustazer Bey bana iki tablo siparişi verdi. ‘‘La Luna’’ ve ‘‘Il Sole’’ tablolarına üç gün üç gece ağırlandığım muhteşem konağının bahçesinde başladım, kendi evimde tamamladım. Mustazer Bey tablolarımı çok beğendi ve bana çok iyi para ödedi.
Merasimbaşı Şeker Ahmet Paşa'yı ziyaretimde Sultan Abdülhamit'e 2 suluboya tablomu hediye etmeye karar verdim. Birisi ‘‘Sarayburnu Önünde Gemiler’’, öteki ise ‘‘Eyüp'ten Ağaçlar ve Haliç’’ idi. Padişaha Ayvazovski'nin yeni tablolarını sunulurken benim bu iki suluboya eserim de arz edildi. Ardından Abdülhamit bana ilk övgülerini iletti ve sarayla ilk ilişkimiz başlamış oldu.
1894'de İtalya Krallığı'nın bana verdiği şövalye nişanını almaya gittim, ama İstanbul'a dönüşüm çok hüzünlü oldu. Gemiden inince gördüm ki, ben Roma'dayken İstanbul'un yaşadığı büyük deprem insanları perişan etmiş. Evim kapalıydı, ailem ise ev sahibimin Ayazpaşa'daki mezarlıkta kurduğu çadırda oturuyordu. Ertesi gün gezdiğim Kapalıçarşı'nın hali de yürekler acısıydı, birçok dükkan yerle bir olmuştu..