Dünyaca ünlü Biyolog Doç. Dr. Nezih Hekim, 3 kuşaktır tıp bilimiyle halvet olan Gaziantepli bir aileden. Dedelerinden biri de Kilis Şeyhi Abdullah Sermest Vakıf Tazebay'dır.
Bebekliğinden beri kafasını hücrelere, parmağının niye uzamadığına takmıştır. 1969'da Diyarbakır Tıp'a girer ama, bu soruların gerçek cevabını bulmak için analitik bir eğitim almaya karar verir, İstanbul'a gidip Fen Fakültesi Kimya Bölümü'ne kaydını yaptırır. Bir yandan da ülkenin en ünlü tıpçısını arar ve sonunda uluslararası tıp dehası Prof. Dr. Ferhan Berker'in asistanı olur. Gündüz tıp, gece kimya derken fizikten de dersler almaya başlar. Sonunda fizik ve kimya bölümlerinden birincilikle mezun olur. Yetmez, Demokritos'a olan hayranlığı onu aklı öğrenmeye yönlendirir. Felsefenin dev hocası Prof. Dr. Takiyettin Mengüçoğlu'nu bulur ve ilk görüşmeden sonra sınava bile girmeden onun doktora asistanı olur. ‘‘İnsanın İzolasyonu’’ konusunda çalışan genç asistan, 2. yıl ‘‘Yanlış bir örnekle doğru teori oluşturulmaz’’ diyerek Takiyettin hocaya itiraz edince kafasına bastonu yer ve ayrılır.O sırada İngilizlerin bir bursunu kazanıp Londra Üniversitesi'nde hormon biyokimyası yapmaya başlar. Oradaki buluşlarımdan dolayı Norveç hükümeti onu Bergen Üniversitesi'ne davet eder. Nezih Hoca, bu fiyort cennetinde 2 yıl hormonların etki mekanizması üzerine çalışmalar yapar ve erkeklik hormonunun ‘‘Single Step’’ modelini bularak uluslararası ün kazanır. Derken biyokimyanın dünya devi, Nobel ödüllülerin yuvası Alman Max Plank Enstitüsü'nün çağrısını kabul edip eşi ve çocuklarıyla birlikte Hanover'e yerleşir. Genç Hekim orada da menopozun tedavisinde kullanılacak ‘‘IGK Tip-2’’ adlı çok önemli bir proteini bulup dünyaya armağan eder. Türkiye'ye döner, 1983'te kurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Pakize Tarzi Laboratuarı'nı kurup dünyadaki benzerleriyle eşdeğer hale getirir. Bu arada Yeniden Müdafaa-i Hukuk Hareketi Derneği'nin de kurucuları arasındadır. İTÜ'de biyokimya ve moleküler biyoloji dersleri veren Hekim fakültenin en başarılı öğretim üyesi olarak seçilir, panik hastalıklarının endokrinolojisi üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı ödüller alır. Sayın Doç. Dr. Nezih Hekim, iyi ki sizler gibi ‘‘bir şeyler olmaya değil, bir şeyler yapmaya’’ çalışanlarımız var. Türkiye elbet bir gün en az futbolcuları, şarkıcıları, güreşçileri, sinemacıları, mankenleri, aşçılarıyla olduğu kadar sizlerle de gurur duyacak.
27 trilyon hücreden oluşuyoruz
- Yener Ağabey, 27 trilyon hücreden oluşuyoruz, yani bir adımda 27 trilyon hücre bizimle geliyor. Hücrenin her biri ayrı bir evren, bir hücrenin içerisinde bir saniyede 1 milyon kimyasal reaksiyon oluyor. Bunların hepsi beynimizde nöron dediğimiz insanın akıl kısmını oluşturan 0,1 gram ağırlığındaki sinir hücrelerine hizmet ediyor. Mesela sinemaya gitmek, sokakta dolaşmak isteyen can var ya, işte o, nöronlardaki proses. Aşık olmak, tamamıyla kimyasal bir proses, her şeyiyle daha önceden programlı. Ağlamamız, gülmemiz, üzülmemiz, okuduğunuzdan haz duymanız da nöronlarda hazırlanmış birer program. Mesela endişe duyalım diye ayrı nöronumuz var, bu bizde sürekli olarak endişe uyarıyor. Mesela yeni doğduğunda çocuk, endişeyi frenleyen hormon çok çalışmadığı için yere bırakıldığında terk edildiğini sanıp ağlar. Haz nöronları da sürekli neşe üretir. Ağlamak da ayrı bir program, ağlarken hangi kasın nasıl hareket edeceği, gözden yaş akacağı önceden programlanmış. Doğarken hepimizde 1,5 milyon programlı koku nöronu var, her biri farklı bir kokunun alıcısı. Daha doğarken neyi koklayacağınız belli, suyun kokusunu alamayacaksınız ama, kahveyi, gülü koklayacaksınız.
Nöronların yaşaması için sevgi, ilgi ve ümit gerek
Nezih Hekim, yakın dostu, ünlü 1402'liklerden Prof. Dr. Üstün Korugan'la beraber programlı hücre ölümü üzerine çalışıyor.
- Nöronların ölmemesi için sadece sevgi yetmez, yanında mutlaka ilgi, ümit olacak. Ümit olmazsa hemen ölüme karar verir ve kendini ölüme terk eder. Aniden pat diye seni öldürmüyor ama, kötüye gidiyorsun. North Caroline Üniversitesi'nin son çalışması ‘‘Her gün en az 10 dakika sevdiğinizle, partnerinizle ten tene temas et, el ele, yanak yanağa olun’’ diyor. Periferik nöronlarımızın ölmemesi için sinyal almaları lazım, ten tene temas işte o sinyali sağlıyor. Eşler birbirine ‘‘Bana lazımsın, sana ihtiyacım var’’ sinyalini gönderiyor ve nöronlar da bu sayede yaşamlarına devam ediyor. İnsan ömrü 120 yıla programlı, daha da uzatılmaya çalışılıyor ama, bu sefer başka problemler ortaya çıkıyor. Mesela hiçbir stresin, virüsün, bakterinin olmadığı, steril, bütün gıdalarının kontrollü verildiği biyolojik ortamda yaşayan farelerin hepsi kanserden öldü. İnsan mutlaka ölecek; programı öyle, bunu değiştirmek mümkün değil. Vücudumuzda toplam 1 milyar gen var ama, bir hücrede bir anda çalışanların sayısı 30-40 bin arası. Her hücrede ölümü kontrol etmek için yaklaşık 2860 gen var. Hücre ölmek ister ama, yanındaki hücre ölmesin diye ona BCL 2 diye bir sinyal gönderip ‘‘Sakın ölme’’ der.
Doğal vitaminlerin hiçbiri FDA’dan izin belgeli değil
Doğal vitamin hapları, anti-aging çıkana kadar hangimizin aklına gelirdi, doğduğumuz günden itibaren yaşlanmaya başladığımız.
- İnsan yaşlanırken bazı değişmezler var, 40'lı yaşları geçenler şu biyolojik değişmeleri mutlaka yaşıyor: Tiroid bezi daha az çalışıyor, vücudun şekeri kullanmasında, böbreklerin süzmesinde ve sinir iletilerinde yavaşlık başlıyor. Vücudun besinlerin içindeki değerli maddeleri absorbe etmesi yavaşlıyor, gözde değişiklik oluyor, dikkat bozuluyor, refleksler azalıyor. İşte anti-aging'in amacı yaşlanmayı önlemek, durdurmak veya geciktirmek değil, yaşlanmayla ortaya çıkan biyolojik eksiklikleri yerine koyarak sağlıklı yaşlanmayı sağlamak. Doğru, kurallarına uygun yapılırsa gerçekten bir altın nimet. Ama önüne gelen anti-aging'ci kesilirse bunun tam tersi olur. Önce şu çok sözü edilen doğal vitaminleri ele alalım, önce herkes bilmeli ki bunların hiçbiri Amerikan FDA'dan izin belgeli değil. Hepsi aktar gibi sayıldığı için böyle bir denetimin dışında. Doğal bir maddeden elde edilen her şey zararsız demek çok yanlış. Mesela ‘‘efedra’’ doğal bir bitki ama, insanı öldürebilecek kadar güçlü. Onun için efedra içeren hiçbir vitamini kullanmayın. Bu madde, zayıflamak ve yorgunluk hissettirmemek için kullanılıyor ama, yüksek tansiyon krizlerine sebep olup hastanın ölümüne yol açabiliyor. Erken inme ve felç de öteki etkileri arasında, böyle bir vitamin nasıl alınabilir? Uyku için tavsiye edilen ‘‘Kava Kava’’ aslında karaciğer için bir zehir. Eğer kanıta dayalı tıbba önem vermezsek halimiz perişan. Bizde laboratuvar da, eczane de gereğinden fazla önemseniyor, bu yanlış. Asıl önemsenmesi gerekenler doktorlarımız, özellikle Türkiye'nin yüz akı olan aile hekimleri.
Kanser önleyiciler
Brokoli, kırmızı biber, domates, brüksel lahanasının hiç tartışmasız kanser önleyici bitkiler olduğu kanıtlanmış durumda. Bunlar kanser olmuş adamı tedavi etmez, hiç kimse aksini yapıp kendini kandırmasın.