Paylaş
Şimdi gezme zamanı
Bana soracak olursanız her vakit gezme zamanı. Havanın sıcak, soğuk, yağmurlu, bulutlu, karlı olmasının hiç önemi yok. Her bir halin başka bir çekiciliği, başka bir güzelliği var. Hele bir de ilk kez gidiyorsanız, o zaman daha bir başka heyecan duyuyorsunuz. Hoş gerçi benim için ilk kez gidilen bir yerle defalarca gittiğim yer arasında heyecan açısından pek farklı olmuyor. Benim için yollarda olmak, içimin coşkuyla dolup taşmasına yetiyor zaten.
Üstelik bu yolların ne çeşit olduğunun da önemi yok. Pırıl pırıl kayan düzgün yollar, patika yollar, dağ yolları, hava, deniz... Hepsi içimde birbirinden farklı duygular oluşturuyor ve ben kendimi tamamen unutup bulunduğum yerle bütünleşiyorum.
Fakat, bir de öğrendiğimiz, gerçek saydığımız kurallar var. İşte bunlardan biri de güneşin parlamaya başladığı, havanın ısındığı zamanlarda gezmeye çıkmak.
Gidip gördünüz mü, bilmiyorum ama görmediyseniz hararetle tavsiye ediyorum. Alanya'yı görmelisiniz. Beni Alanya'ya davet eden Ayten Öz, ilk kez geliyor olduğumu öğrenince ‘‘aaa Alanya'nın suyunu içen burada kalır’’ dedi. ‘‘Ben yedi sene önce ilk kez geldiğimde buraya yerleşmeye karar verdim ve o gün bugündür buradayım.’’
Yerleşip yerleşmeyeceğinizi bilemem ama gördüğüm kadarıyla (Çünkü çok kısa kaldım ve mutlaka en kısa zaman içinde tekrar gideceğim) muhteşem bir yer.
Sanırım Güney'in sahil boyunca uzanan en uzun yoluna sahip. Deniz, kumsal ve bitmeyecek gibi görünen yol boyunca ilerleyip canınız nerede isterse oradan denize girebilir, serin ve berrak sulara kendinizi bırakabilirsiniz.
Kızıl Kulesi (Selçuklu döneminden kalma kırmızı tuğlayla yapılmış bir bina) görülmeye değer bir başka köşe. Hemen yanında bulunan Bamyacı Dondurmacı'dan dondurmanızı alıp salepin gerçek tadına varıyorsunuz.
Bilenler Alanya'nın görülmeye değer en özellikli yerlerinin Damlataş Mağarası ile Toroslar'ın hemen arkasındaki yaylalar olduğunu söyliyecek belki. Ama şimdi bunlara bir de ‘‘Dim Mağarası’’ eklenmiş bulunuyor. Muazzam büyüklükteki bu mağaranın Damlataş'tan çok daha büyük olduğu söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü, görecek zamanım olamadı. Ama bu arada Dim Çayı'nın kenarında oturmayı başardım. Beni buraya getiren Mehmet Dizdaroğlu ‘‘Yasemin, böyle hiç olmadı, rüzgar gibi geldin fırtına gibi gidiyorsun’’ dediyse de Isparta'ya bağlı Ağlasun Yayla'sına doğru yola çıktım.
*
Sayın Demirel'in Antalya'dan Isparta'ya gitmek için kullandığı yoldan gidiyoruz. Havanın kararmasına rağmen yolun her iki tarafını kaplayan ağaçların arasından gitmek Alanya'yı yeterince görememiş olmanın sıkıntısını tamamen dağıtıyor. Dağlara doğru tırmanan yolda Mucit Aytekin (Mucit adını biz taktık) 74 Model Chevrolette Camaro arabasının özelliklerini bize anlatırken (arabada bir tek otomatik çay demleme cihazı yok) aniden bir şey oluyor ve arabayı kenara çekiyor. Evet, araba bozuldu. Neyse ki, bizden başka iki araba daha var ve konvoy halinde yolun kenarına sıralanıyoruz.
Derhal arabadan çıkıyorum. Onlar arabayı tamir etmeye uğraşa dursunlar ben de kafamı gökyüzüne dikip simsiyah gökyüzünde elmas parçaları gibi parıldıyan yıldızlara bakıyorum. Tanrım, ne kadar parlak ve ne kadar yakın gözüküyor. Elimi uzatsam tutacağım sanki. Bu sırada yanıma Aynur Gedik geliyor ve ‘‘şimdiye kadar yıldızları hiç böyle görmemiştim’’ diyor.
Neredeyse bir saat gökyüzünü inceleme fırsatı bulduğum için bozulan arabaya şükranlarımı sunuyorum. Tabii içimden. Gece yarısına doğru Ağlasun'a varıyoruz.
Soruyorum; neden Ağlasun, bu ad nereden geliyor? Bir rivayete göre ‘‘Gelen ağlasın, giden ağlasın’’ denilen bir yermiş burası. Gelenler, geldikleri için ağlarlarmış. Bu Allahın dağında ne yapacağız, diye. Fakat, bir süre geçirdikten sonra öyle bir alışırlarmış, öyle bir severlermiş ki, işleri bitip geri dönüş vakti geldiği zaman da bu kez gidiyor oldukları için ağlarlarmış.
Bir başka rivayete göre de eski adı ‘‘Sagalasos’’un bozulmuş haliymiş ‘‘Ağlasun’’. İlk anlatım bana çok daha romantik hatta gerçek gibi geliyor. Yeşilin bütün tonlarıyla bezenmiş bu yayla, insanın içini ferahlatan serinliğ, yerli halkının sımsıcak bakışlarıyla gösterdikleri misafirperverlik karşısında Ağlasun'dan ağlıya ağlıya gidebilirsiniz. Neyse ki, sadece bir tek gün kalıp fazla bağlanmadan Antalya'ya geri dönüyorum. Zira sabah uçağı ile İzmir'e uçacağım. Fakat, Antalya'da o gece kaldığım oteli anlatmadan geçemeyeceğim.
Henüz açılmış otelin adı Topkapı Plaza. Adıyla böylesine uygun bir mekan daha görmedim. Zira Topkapı Sarayı'nın neredeyse birebir kopyasını yapmışlar. Daha içeri girmeden surlar sizi karşılıyor. Sur kapısından içeri girdiğinizde Topkapı Sarayı'na girdiğinizi sanıyorsunuz. Hürrem Sultan salonunda karnınızı doyurup Çeşme Meydanı'nda kahvenizi içiyorsunuz. 85 dönüm üzerine kurulan bu otelde yok, yok. Tam altı tane havuzu ve çeşit çeşit salonları, çok farklı köşeleri var. Gecenin karanlığında seçebildiğim kadarıyla muhteşem bir yer. Mutlaka daha geniş bir zamanda buraya gelip çoluk çocuk keyfini çıkartmayı planlıyorum. Tabii size de tavsiye ediyorum, Yasemin'ce...
Paylaş