Paylaş
Tarla kuşu ve yarasa
Güneş'in pırıltıları kirpiklerimin arasından süzülüp beynime kadar sızıyor. Uyanmamak mümkün değil. Halbuki bir gece öncesinden uykusuzum ve biraz daha uyumak istiyorum. Üstelik telefon da çalmadı. Yatmadan önce uyandırma servisine not bırakmıştım. Demek ki, sabahın henüz çok erken saatleri. Belki de güneş henüz yükseliyor. Ve ben saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Ayrıca, bilmek de istemiyorum. Kendimi tuhaf bir biçimde son derece zinde hissediyorum.
Zaten hep böyle olur. Sanırım oksijen bolluğundan. Eh, Fethiye'de de oksijenden bol birşey yok. Yüzüm pencereye dönük yattığım yerden bir süre öylece bakıyorum. Pek birşey görünmüyor. Sadece kuvvetli bir ışık. Doğrusu ışığa hasret kaldığımı söyleyemeyeceğim. Fakat, her seferinde beni heyecanlandırıyor. Kendimi güneşin çocuğu gibi hissediyorum.
Hemen yattığım yerden fırlayıp ılık bir duş alıyor ve balkona çıkıyorum. Güneşi selamlıyorum. ‘‘Hayatın ve canlılığın sebebi olan güneş. Selam sana. Bedenimi aydınlattığın gibi ruhumu da aydınlat. Bilinç ışığımı yak. Böylece gösterdiklerini daha iyi görebileyim.’’ İçimden yükselen bu sözlerle heyecanım artıyor ve içim çoşkuyla doluyor. Size de tavsiye ederim. Şayet, güneşin ilk ışıklarıyla uyanırsanız, güneşi selamlamayı unutmayın.
Hala telefon çalmadı. İyi ki, çalmadı, diye düşünüyorum. Fakat, güneşin parlaklığından saatin ilerlemiş olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Halbuki, saat sekizbuçukta uyandırmalarını söylemiştim. Acaba unuttular mı? Hayır. İşte, çalıyor. Açıyorum. Saat sekizbuçuk diyen bir sesle karşılaşıyorum.
Sabahı hiç bu kadar uzun yaşamamıştım. Tavsiye ederim. İnsan kendisini, herşeyi yapabilecekmiş gibi hissediyor. Neredeyse dans eder gibi hoplayarak dışarı çıkıyorum.
Kar basmış dağlarda uzun süre aç kalmış kurtlar gibi kahvaltılıklara saldırıyorum. Son derece zengin bir açık büfeyle karşılaşmış olmaktan pek bir mutlu oluyorum. Açlığım yatışıyor ve sakinleşiyorum. Mısır gevreği ve kuruyemişlerden oluşan bir menü hazırlıyorum kendime. Biraz da süt.
Ne iyi ettim de Fethiye Rotary Clup'ün davetine geldim, diye düşünüyorum. Büyük bir organizasyon yapmış ve yanlış hatırlamıyorsam 1100 kişiyi biraraya getirmişler.
Doğrusu üç-beş kişi biraraya gelip bir program yapabilmek için göbeğimiz çatlıyor. Bunca insanı biraraya getirebilmek ve hazırlanan programı uygulayabilmek hiç kolay değil. Üstelik, güneşin hoşgeldin diyen yüzünü sadece birinci gün görebildik. Ertesi günden itibaren kocaman kara bir bulut geldi ve otelin üzerine asılmış gibi kaldı ve gitmek bilmedi.
Güneşi örten bulutlara rağmen denize girenler olduysa da tahmin edeceğiniz gibi bunların sayıları pek bir azdı. Sonra, Likya World (Eski Robinson Clup) bütün eğlence düzenini tamamen yaz sezonuna yönelik bir anlayışla yapmış ve yağmurlu günleri pek fazla düşünmedikleri gibi otel işletmesinin de doğrusu pek yardımcı olur bir tutum içinde bulunduğu söylenemezdi. Ve bütün bunlara rağmen Fethiye Rotaryenler'i son derece başarılı bir hizmet verdiler ve el birliğiyle sorunları aştılar.
Düpedüz ‘‘birlikten kuvvet doğar’’ sözünü onaylar bir tutum içindeydiler. Hele Sibel Atasoy'un geç saatlere kadar çalışabilmesi, ancak yaptığı işi sevenlerin harcıydı. Ve hiç şikayet etmediği gibi, ‘‘Geceyi seviyorum. Zihinsel faaliyetim daha yüksek oluyor’’ diyordu. İşin esasına bakacak olursanız, üç tip insan olduğunu görürsünüz. Birinci tipler (Tarla kuşu), sabah erken kalkan ve günün erken saatlerinde verimli olup akşam saatlerinde pili bitenler. Bu tipler, akşam saat dokuz, on gibi uyuklamaya başlar ve ne olursa olsun, gözlerini açamazlar. Diğer tip ise (Yarasa), sabah saatlerinde uyuyup akşam saatlerinde verimli çalışmalar yapanlar. Bunlar sabaha kadar çok yüksek randımanla çalışabilir ve uyanık kalırlar. Üçüncü kategoriye girenler ise, karışık tipler. Hem sabahın erken saatlerinde verimli olabilirler hem de gecenin geç saatlerinde çalışabilirler, diyorum, Yasemin’ce...
Paylaş