Trio MrioNe zamandır yazmak istiyordum. O geceyi hala unutamıyorum. Fakat, büyük bir sabırla bugünü bekledim. Çünkü, en rahat, en keyifli bir anda okunsun istedim. Böylece hissetiklerimi duyurabilirim, diye düşündüm. Öyle yoğun ve öylesine büyük bir coşku duymama neden olan olay, bir tesadüf sonucu hem de çok yorgun olduğum bir sırada davetini kıramayıp gittiğim dostlarımın sayesinde oluştu. İyi ki de davet etmişler ve iyi ki de ben gitmişim. Yoksa, gerçekten kaçırmış olacaktım. Çünkü, her zaman böyle olmaz. Bu bir, denk gelmedir. Uygunlukların aynı anda denk gelmesi gibi bir şey. Mekan, insanlar, müzik ve sonradan heyecanlanıp müziğe eşlik edenlerle birlikte heyecanlandım. Coştum. Ne yorgunluk kaldı, ne isteksizliğim, ne de düşünceler. Sadece ben mi öyleydim? Etrafıma baktım. Herkes benim gibiydi. Canlı, dingin ve keyifli. Yorgunluktan eser olmadığı gibi sanki gün yeni başlıyormuş izlenimi uyanıyordu. Halbuki saat geceyarısını geçmiş, iki olmuştu. Bu enerjiyle çıkıp bütün İstanbul gezilebilirdi. Sabahlanabilirdi. Ve, sabaha karşı İstanbul bir başka güzel olurdu. Şimdi hatırlayınca gene özledim. Ne zamandır İstanbul'un uyanışını izlemiyorum. Fakat, sabah erkenden yapılacak çok işim vardı. Erken kalkmalıydım. Kendimle kısa bir mücadeleden sonra geceye devam etmekten vazgeçtim. Kimbilir neler kaçırdım. Fakat, bunu düşünmek bile istemiyorum. Genellikle bir şey iyi başladıysa, devamı da öyledir. Her zaman olmasa bile... Kötü başlayıp iyi bittiği, iyi başlayıp kötü bittiği de görülmüştür. Fakat, çoğunlukla iyilikler ve kötülükler birbirini takip eder. Anlayacağınız, aklım hala o gecede kaldı. İsteksiz ve yorgun gitmiştim halbuki. Beyoğlu'nun dar sokakları ıslak ve yorgunluğuma denk bir görünümdeydi. Sokağın başından bakınca mavi ışıklı ‘‘Caz kafe\bar’’ yazısı görünüyordu. Kapıya geldiğimde çok yaşanmışlığın izleri beni karşılıyordu. İstanbul'un eski günlerini hatırlatan binalarından biri. Üç katlı, yüksek tavanlı, kimbilir kimler neler görmüş bir zamanlar. Çok olmamakla birlikte benzerleri gibi hala yaşamaya devam ediyor. Kalın duvarlarından yansıyan geçmişin izleriyle cazın özgür ritmi birleşiyor ve burası canlandıkça canlanıyor. İnce uzun iki kanatlı kapısı ardına kadar açıldığında ancak geçebiliyorsunuz. Tabii kilonuz fazlaysa... Yoksa, tek kanadının açıldığı zaman çok rahat olmasa bile kolayca içeri girebilirsiniz. Fakat, bu bile farklı bir duyguyla içinizi dolduruyor. Kapıdan içeri girdiğinizde sağ tarafta dar vestiyerin önünden geçip hemen karşınıza çıkan merdivenleri tırmanmaya başlıyorsunuz. Tahta merdivenlerin gıcırtısı her basamağa atım atışınızda başka bir ses çıkartıyor. Ve yukarıda oturanlara geldiğinizi haber veriyor. Son basamağı da çıktığınız anda kimi yüzler sizden tarafa şöyle bir bakıp yanındakiyle sohbetine kaldığı yerden devam ediyor. Canlı müzik yapan bir kafe-bar burası. Müzik saati başlamadıysa, hemen her katta oturanlar olsa gerek. Fakat, ben görevlilerden başka kimseyi göremiyorum. Yukarılardan bir yerlerden uzaktan uzağa gelen müziğin sesi, tırmandıkça yükseliyor. Belli ki, herkes müziğin yapıldığı yerde.Üçüncü kata geldiğimde yanılmadığımı anlıyorum. Oturacak yer kalmamış. Hayrete düşüyorum. Ya da benim haberim yok. Perşembe günü gibi bir günde gecenin bu vakti nasıl da kalabalık diye düşünürken gitardan yükselen sesler tüm dikkatimi çekiyor. Öylece kalıyorum. Sahnede üç kişi kendilerinden geçmiş ve dinleyenleri de gittikleri yere götürüyorlar. Evet, herkes kendinden geçmiş gibi, birinin içeri girdiğini görmüyorlar. Böylece çok rahatlıyorum. Zaten çok rahatlatıcı bir atmosfer var. Sade, süssüz. Sadece duvardaki afişler ve aralarına serpiştirilmiş gurubun adının yazılı olduğu küçük ilanlar. ‘‘Trio Mrio’’ Böylece gurubun adını öğreniyorum. İlk kez o gece burada müzik yapıyorlarmış. Fakat, çok biliniyorlarmış. Duyan gelmiş. Üstelik gelenlerin arasında bulunan müzisyenler ilerleyen saatlerde dayanamayıp coştular ve sazlarını kapıp sahneye fırladılar. Saksafon, trompet ve fülüt sololarıyla aniden daha başka bir hava esmeye başladı. Dinleyenler de bu havaya kapıldı. İnsanın nerede ne zaman neyle karşılaşacağı hiç belli olmaz. Trio miro ya da bir bar kafede aklınızın ucundan bile geçmeyen bir halle tanışıverirsiniz, Yasemin'ce...