Paylaş
Kadın, erkek ve aşk
Erkek kadın ilişkileri daha da ötesi aşk üzerine söylenenler, yazılıp çizilenler, tarifler, tanımlar vee yaşananlar... Daha doğrusu istenipte yaşanamayanlar...
Geçen gün Elvan Uysal'la oturup hayatı, dünyayı, insanları, istekleri ve aşkı konuştuk. Birleştiğimiz nokta, dünyanın yaşadığı bunalımın kaynağı idi ve bu da ‘‘aşk’’sızlıktan kaynaklanıyordu. Sonra, bir dergide okuduklarını anlatmaya başladı. Öylesine benim düşüncelerimle örtüşüyordu ki, kendisinden yazmasını rica ettim. Ve aşağıdaki yazı çıktı. Bu, erkeklerin aşkı nasıl algıladıkları ve yaşadıkları, daha doğrusu yaşayamadıklarının öyküsü. Aynen aktarıyorum; Son dört bin yıldır tüm toplumlar kendi yapıları içerisinde 'gerçek erkek' nasıl olmalıdır? sorusuna cevap arıyor. Cevaplar da aşağı yukarı aynı. Erkek dediğin güçlü, sert, doğaya ve duygularına hakim...
Uyum sağlamak, gelişmek, değişmek gibi kavramlarsa, genelde erkeklik sözlüğüne sokulmayan kavramlar. Erkekler bu tür'kadınsı' duygulara direndiler. Şu anda hala direnenler var ve bunalımın kaynağı da işte bu nokta.Fakat, bu durum tarih boyunca böyle değildi. Mitoloji ve efsanelerin anlattığı tarih, bu tanımdan daha farklı. Dünyanın her tarafında, Tanrıça ve oğul-aşıktan bahseder.
Tanrıça isimden isime, kılıktan kılığa girer ama kültürler farklı olsa da hikayenin özü aynıdır. Anafikir tabiat 'ana'nın gücü, hayatın kaynağı olan kadın doğasıdır. Pan, Diyonisos, ağaçların kralı Yeşil Adam, hep ana tanrıçayla aşk yaşarlar.Kadınsı ve erkeksi elementler (Doğa Ruhları) kutsal bir cinsel ayinle biraraya gelir. Böylece yaşam döngüsü ve doğanın dengesi sağlanmış olur. Erkek, hayatın tadını çıkaran, gülen, vahşi ve kadına dair herşeye tapan bir figür.
Kadın, damarlarında ateş ve cinsellik dolaşan, vücudunda cinsel enerjiyle birlikte hayat enerjisi saçan bir varlık ve baş tanrıçanın bir parçası. Erkeğin enerjisinin kaynağı ise, kadında gizli.
Tanrı ile tanrıçanın kutsal birleşmesi de bu bütünlüğü simgeler. Bu üreyen ve artan bir aşktır. Berekettir. Biz ölümlüler de bu aşkı keşfederek, aslımıza döneriz ve ancak bu şekilde Tanrı ve Tanrıça oluruz.
Zaman içinde, bu mit tıpkı insanlar gibi değişime uğrar. İşin içine karşı koyulması, kovulması gereken kötü güçler girer. Doğa insanın karşısında duran, onu yok etmeye çalışan bir güç olarak kabul edilir. Doğaya karşı duyulan bu korkuyla karışık nefret, kadın imajında vücut bulur. Tanrıça artık şeytandır, canavardır, yaratıktır, yılandır... Onu seven erkeğin ölümüne, mahvına, şerefini kaybetmesine neden olur. Kadınla birlikte, cinsellik de ‘‘şeytani güç’’ olarak ilan edilir.
Bu durum kısaca anaerkil toplumdan nasıl ataerkil topluma geçildiğini özetler. Tanrılar dünyasında kadınlar, daha küçük görülür ve yavaş yavaş ya sahneden ayrılırlar ya da kılık değiştirirler. Artık egemenlik tanrıların elindedir. Sonunda da geriye bir tek erkek tanrı kalır.
Mitolojiler kutuplar üzerine kurulmuştur. Karanlık-aydınlık; iyi-kötü; şeytan-melek; kadın-erkek. Zaman içinde zıt kutuplar arasındaki güç değişiklikleri, tarihi ve toplumları yorumlamakta işimizi kolaylaştırır.
(Sürecek)
Paylaş