Paylaş
Astrolojik açıdan incelediğimiz zaman bütün gezegenlerin her biri farklı özelliklere sahip enerjiler olarak değerlendiriliyor.
Peki Venüs veya Jüpiter'den bakıldığında astrolojik açıdan Dünya, ne çeşit özelliklere sahip bir gezegen olurdu?
Uzaydan çekilmiş fotoğraflara baktığımız zaman Dünya çok güzel görünüyor. Mavi ışıltılar yayan parlak bir gezegen. Ancak, bu pırıltıların taşıdığı enerji hiç de uyumlu bir ahenk taşımıyor. Tersine müthiş bir kargaşa hakim.
Kargaşayı oluşturan da, niteliksiz ve kalitesiz ‘‘arzu’’lar.
Acaba Dünya'ya ‘‘arzu gezegeni’’ diyebilir miyiz?
Bence diyebiliriz.
Böyle bir tesbiti nasıl yaptığımı merak ediyorsanız, hemen söyliyeyim; düyaya bakarak.
Siz de kendinize ve etrafınıza şöyle bir bakın. Arzuların yarattığı bir dünyada yaşamıyor musunuz?
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘iyi işte, ne kadar güzel. Arzu kelimesinin yarattığı tını bile güzel. Bu durumda dünyanın da güzel bir yer olması gerekmez mi? Halbuki dünyaya tam bir kargaşa hakim. Kavgalar, savaşlar, tecavüz, yoksulluk ve tüm bunların yarattığı dehşet... Öte taraftan zevk, eğlence... Her şey birbirinin içinde. Kısacası tam bir kaos yaşanıyor. Dünya'ya ‘‘kaos gezegeni’’ demek daha çok yakışmaz mı?’’
Doğru gibi gözüküyor ama yakışmaz.
Burada kaosun yaratıcısını tesbit etmek gerek. Bunun yaratıcısı da arzu.
Arzu enerjisi kendi içinde hem olumlu, hem de olumsuz olanı barındırıyor. Tıpkı diğer gezegenlere atfedilen özellikler gibi.
Daha açık anlatmak gerekirse, şöyle diyebiliriz;
Mesela Satürn'ü incelediğimizde disiplin, zaman gibi özelliklerle karşılaşıyoruz. Disiplin dediğimizde bunun iyi ya da kötü olduğunu ilk bakışta söyliyebilir miyiz? Tabii ki, hayır. İlk bakışta ‘‘başarı’’nın yaratıcısı ya da en önemli unsuru gibi gözüküyorsa da aynı zamanda başarısızlığın da temel nedenini oluşturuyor.
Çünkü, disiplin kişinin bir işi sürdürüp sonucuna ulaşmasını sağlayabildiği gibi kişinin kendini sürekli sınırlayıp baskı altında tutmasına da neden oluyor. O zaman ise, kişinin sahip olduğu potansiyeli ortaya koyup kullanabilmesine engel teşkil ediyor. Yani kişi başarısız oluyor.
Satürn'ün enerjisi çok sert, başka örnek ver diyecek olursanız, Jüpiter'i ele alalım. Bolluk, verimlilik gezegeni. Dolayısıyla ‘‘şans gezegeni’’ diyebiliriz. Ama aynı zamanda şanssızlığı da içinde barındırıyor. Zira her şeyi bollandırıyor, arttırıyor, büyütüyor. Hem olumlu, hem de olumsuz olan ne varsa, her şeyi...
Arzu da tıpkı böyle... Başımıza ne geliyorsa, neler yaşıyorsak, dünya şimdi ne çeşit bir noktada bulunuyorsa, hep arzularımızın sonucunda oluşanları yaşıyoruz.
‘‘Kim kötü durumda olmayı arzular’’ diyeceksiniz? Tabii ki, kimse böyle olmasını istemiyor. Fakat, arzuların sonucunda açığa çıkan durum bu.
Herkes kendi için en iyi olanı arzuluyor. Bunu gerçekleştirmek için harekete geçiyor. Ve arzuları öyle kuvvetli ki, bunun dışında yani arzularının dışında başka bir düşüncesi yok.
Bütünlük, uyum, ahenk, başkalarının iyi olması gibi düşünceler, daha doğrusu enerjiler yok. Sadece kendi iyiliğini arzuluyor. Ve de üstelik bunun üzerinde hiç düşünmeden, iyi olup olmayacağını bilmeden, arzuluyor. Bütün diğer enerjilerin hepsini ‘‘arzu enerjisini’’ beslemek için kullanıyor.
Tabii sonucunda ortaya çıkan, arzu enerjisinin olumsuz tarafı.
Arzunun yıkıcı enerjisi...
Mars enerjisiyle birleşen arzu enerjisi, isteklerin savaş yoluyla elde edilmesini ön görüyor. Ve savaşlar başlıyor.
Kişisel savaşlar ve kitlesel savaşlar. Ve bu savaşların çıkmasını ve durdurmasını sağlayacak olan yine arzu enerjisi...
Peki, Yugoslavya'daki savaşın nedeni ne? Ve neden durmuyor? Sırplar neden saldırmaktan, kan dökmekten vazgeçmiyor?
Bu savaşın nedeni de, tüm savaşların altında yatan nedenler... Ekonomi, din, iktidar, sahip olmak kısacası her şekilde ‘‘güç’’ elde etmek arzusu. Ve bu arzu, savaşı doğuruyor. Arzularına ulaşıncaya kadar da bu savaşı sürdürecekler.
Peki, savaş arzulanan bir şey mi?
Bütün dünyada yaşayan insanların hepsine tek tek sorulsa, kim savaşı arzuladığını söyleyebilir?
Bırakın kendinizi, izlediğiniz savaş sahnelerini bile görmek istemezsiniz. Sonuçları ise, gerçek bir yıkım. Üstelik sadece savaşan ülke için değil, tüm dünya için...
Çünkü, dünyanın bugün ulaştığı medeniyetin gereği, ülkeler, sınırlar, etnik gruplar yok, bütün bir dünya var. Ülkeler ise, dünyanın organları haline gelmiş durumda. Tıpkı insan bedeni gibi. Parmağınız acıdığı zaman canınız yanıyor. Ve Yugoslavya belki dünyanın küçük parmağı ve bu nedenle fazla aldırış edilmiyor.
Belki de daha fazla canımızın yanması gerekiyor. Eh ne de olsa, gözümüzle, parmağımızı kıyaslayamayız. Gözümüze bir şey olsa hemen müdahale ederiz. Parmağımız ise, idare edebilir.
Ama, eskilerin şöyle bir sözü var; ‘‘Nereniz acırsa, canınız orada’’ diye... Bu savaşın durması için de canımızın daha fazla yanması gerekiyor herhalde... Tıpkı günümüz insanının kendi bedenine davrandığı gibi... Ölüm derecesine gelmeden doktora gitmediğimiz gibi...
Ölmeyi arzulamayız ama, şuursuzluğumuz sonucunda ölüyoruz ve öldürüyoruz... Umarım bir gün (fazla geç olmadan) arzu enerjisini doğru kullanabiliriz, diyorum, Yasemin'ce...
Paylaş