Yasemin Boran

Değişime direnenler

17 Temmuz 2001
Değişim rüzgarları esmeye başladıktan sonra şaşırtıcı bir durum ortaya çıkar. Ve nasıl davranacağımızı, ne yapacağımızı bilemez halde buluruz kendimizi. Aslında değişim arzuları içimizde çok önceden yükselmeye başlamıştır. Hatta zaman zaman büyük bir kuvvetle yaşantımızdaki bazı şeyleri değiştirmek istemiş, kısaca değişim rüzgarlarını davet etmişizdir.

Henüz değişim rüzgarının esintisi bile olmadığı bir sırada hayatımızın içinde önemli yeri olan alışkanlıklarımız, yaşam biçimimiz, yaptıklarımız gibi daha pek çok şeyi değiştirmek için can atarız. Hatta bunları yüksek sesle telaffuz ederiz. Ama değiştirmek için kılımızı bile kıpırdatmayız.

Sonra bir gün değişim rüzgarları esmeye başlar ve giderek şiddetlenir. İşte o zaman birden paniğa kapılırız. Oturduğumuz yere sıkı sıkı tutunuruz. Etrafımızda tutunacak ne varsa, onlara asılırız. Yeter ki, bulunduğumuz yerden, içinde bulunduğumuz koşullardan uzaklaşmayalım diye... Biz değiştirmemek için çırpındıkça ve oturduğumuz yere yapıştıkça, değişim rüzgarları daha sert esmeye başlar. Bütün gücümüzle yapıştığımız yerden bizi kaldırıp söker atar. Şaşkın ve perişan bir halde savrulmaya başlarız. Bu sırada daha önce değişime davetiye çıkardığımızı unuturuz.

Halbuki değişimi arzuladığımız zamanı ve isteklerimizi hatırlayabilsek, değişim rüzgarlarının ilk esintisiyle birlikte harekete geçsek ve yaşantımızda gereken değişiklikleri yapmaya başlasak, durumumuz çok başka olacak.

Bizi zorlayan ve hayatımızı altüst eden rüzgar, bizi destekleyen ve isteklerimizi kolaylaştıran enerjiye dönüşecek. Yani bizi savuran rüzgarı ardımıza alıp istediğimiz yönde hızlı gitmek için kullanacağız. Bunun için rüzgara direnç göstermek yerine, işaret ettiği yönde hareket etmenizi öneriyorum,

Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Hapsedilen duygular

16 Temmuz 2001
Duygular, ilişkiler ve sevgiyi sembolize eden Venüs, irade ve disiplini sembolize eden Satürn ile İkizler Burcu'nda birleşti. Satürn'ün güçlü etkisi Venüs'ün sembolize ettiği özelliklerini derinleştirerek kişinin içine yönelmesine neden oluyor. Tabii bunun sonucunda duygularınızı içinize hapsetmeniz ve dışarıya karşı katı bir tavır almanız mümkün. Bu durum ilişkilerinizi zorlaştırabilir. Size karşı gerçekten dost olan kişilerin kırılmasına ve uzaklaşmasına neden olabilir.

Aslında gökyüzünün bu etkisi, kendi duygularınızı ve içsel potansiyelinizi anlamak için çok uygun bir dönemi işaret ediyor. Satürn'ün verdiği sert etkiyi kendi içinizde dengelemeyi başarabilirseniz, Venüs-Satürn kavuşumunu yapıcı yönde kullanabilirsiniz. Çünkü, Venüs'ün verdiği iyimserlik ve rahatlığı, Satürn'ün disipliniyle birleştirerek kararlı çalışmalar yapabilirisiniz. Ve ilişkilerinizi de belirgin hale getirebilirsiniz.

Gökyüzünün bu konumundan en fazla etkilenecek olanlar en başta İkizler. Ve sizin için şimdi sorumluluk alma zamanı. Fakat, yapabileceklerinizin üzerinde sorumluluk almaktan kaçınmanızı tavsiye ediyorum. Kendinizi fazla zorlamayın. Fakat, bu enerjiyi yapıcı yönde kullanmak için harekete geçin. Bu dönem arzularını ve içinizden yükselen duyguları gerçekleştirmek için çalışabileceğinizi işaret ediyor.

Gökyüzünden olumlu etkilenen Terazi ve Kovalar, yaratıcılık gerektiren alanlarda kararlı ve başarılı çalışmalar yapabilirler. Başarılı ilişkiler kurabilir, yüksek bir anlayışla duygularını ortaya koyabilirler.

Sert etki alan Başak, Yay ve Balıklar, bu devre içinde sert bir tavırlanış içine girmekten kaçınmalılar. Sevdiğinizi ve kendi duygularınızı sorgularken fazla derinleşmeyin. Yapıcı ve anlayışlı davranmak için gayret gösterin. Duygularınızı hapsetmeyin diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Altın Işık Marmara'da

15 Temmuz 2001
Altın Işık Astroloji ve Bilimsel Araştırma Derneği’nin üyeleri geçen hafta Marmara'ya açıldı. Ve gezegenlerin hareketlerini bir tekneden izledi. Aklınıza hemen kocaman bir tekne ve mükemmel bir teleskop başına toplanmış gökyüzünü inceleyen seçkin bir kalabalık gelebilir. Bir gün inşallah bu hayalin gerçek olduğunu göreceğim. Ama şimdi seçkin olmakla birlikte küçük bir grubun çıplak gözle gökyüzünü incelediğini, son derece keyifli bir astroloji sohbeti yaptıklarını hayal edin.

Üstelik sabah hava bulutlu olduğu halde önceden bu programa karar veren gruptan hiçbir kopma olmadan Bostancı Adalar İskelesinden gemiye bindik. Ve önceden gitmiş olan üyelerle Heybeli Ada'da buluştuk. Doğrusu bu gemi sefası pek bir iyi geldi.

Hava biraz serin, güneş ara sıra yüzünü göstererek Marmara'yı farklı bir ışıkla aydınlatıyordu. Tabii ışıkla birlikte değişen görünüm hepimizi dingin bir heyecan dalgasıyla sarıp sarmalıyordu.

Bir süre sessiz ve sakin bu manzarıyı içimize sindirdik. O sırada bizi almaya gelen tekne kıyıya yanaştı ve Prens Adaları kıyılarındaki turumuz böylece başladı.

Belki biliyorsunuz ama bilmeyenler için Marmara'daki Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı, Sedef gibi adaların hepsine birden eskiden Prens Adaları denildiğini belirtmeliyim. Bu adın hikayesi ise, Osmanlı döneminde padişah olan şehzadenin kardeşlerini Marmara'daki bu adalara hapsetmesinden geliyor.

Neyse efendim, bizim astroloji derneğinin üyelerinden küçük bir grupla Marmara'da dolaşmaya başladık. Böylece Marmara'yı bir kez daha keşfe çıktık. Bu arada yer yer renk değiştiren deniz öylesine büyüleyici ve çekiciydi ki, karşı konulmaz bir arzuyla kendimi serin sulara bıraktım.

Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘aman tanrım! o pis sulara nasıl atladın!’’

Hem de pek güzel atladım. Önce pırıl pırıl parlayan suların hemen altında bir grup mink balık sürüsünün dansını izledikten sonra ‘‘bunlar yaşadığına göre benim şansım daha fazla’’ diye düşündüm. Sonra da ‘‘ben bu dünyada yaşıyorum ve şayet yaşamaya devam edeceksem bağışıklık sistemimi güçlendirmeli ve organizmamı değişen koşullara alıştırmalıyım’’ diye düşündüm ve en ufak bir kaygı duymadan kendimi serin sulara bıraktım.

Şu anda pek de iyi yaptığımı düşünüyorum. Güneş ve denizle buluştuğum o güne ve buluşturan Altın Işık'a teşekkür ediyorum.

Marmara'nın gecesi başka güzeldi. (Tabii ki, teknede yattım!) Bir tarafta çeşitli renklerde parlayan kristal taşlar gibi uzakta gözüken İstanbul, diğer tarafta gecenin parlak laciverdinden değişen koyulukları arasına saklanmış Marmara ve gökyüzünde elmas taşlar gibi parıldayan yıldızlar... Bütün bunların ortasında ben ve astroloji sohbeti yaptığım arkadaşlar.

Anlayacağınız yaratıcılığımın şahikasına yükseldiğimi hissettim ve bu sırada ‘‘Bedenle iletişim kurma sanatı’’nı uygulamaya karar verdim. Ve tabii öğrendiklerimi öğretmeye...

Bu ayın 18'inde Çarşamba günü, bedenle iletişim kurma sanatını öğrenmek isteyenleri Altın Işık Astroloji ve Bilimsel Araştırmalar Derneğine bekliyorum. Ayrıntıları öğrenmek isteyenler 0216 302 33 37 numaralı telefonu arayabilirler. Düşüncelerinizi durdurup sadece bedeninizin sesini dinlemek, heyecan verici bir duygu. Bunu herkes yakalayabilir, yeter ki, istesin. İsteyenleri bekliyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yengeçlerin dönemi

14 Temmuz 2001
Nihayet beklediğimiz gün geldi! Jüpiter Yengeç Burcu'nda dolaşmaya başladı. Böylece keyifli ve bereketli bir döneme giriyoruz. Gevşeyebilir, tembellik edebilir, rahatlayabilir, umursamaz ve iyimser bir hal içine girebiliriz. Çünkü Jüpiter, bizi iyimser yapacak ve olumlu duygular içine girmemize yardım edecek.

Biz diyorum, çünkü biz Türkiye'de yaşıyoruz. Ve Türkiye'nin yükselen Burcu Yengeç. Üstelik Güneş'i de Akrep Burcu'nda. Yani Jüpiter Türkiye'nin Güneş'ine uyumlu açı yapacak ve şans potansiyeli verecek. Böylece Türkiye'de yaşayan bizler de bu şanslı durumdan nasibimizi alacağız.

Tabii bu arada Jüpiter'in verdiği şans potansiyelini kullanabilmek için biraz gayret içinde bulunmak gerekiyor. Çünkü şanslı dönemlerde son derece iyimser bir hal içine girilir ve nasıl olsa, olur duygusuyla davranılır. Ve bu arada karşılaşılan fırsatların kaçırılması durumu ortaya çıkar.

Kaçan fırsatın ardından ise üzüntü duyulmaz. Çünkü nasıl olsa başka fırsatlar karşımıza çıkacak diye rahat davranılır.

İşte bu nedenle özellikle uyarma ihtiyacı duyuyorum ve bu dönemi rehavet içinde geçirmeyelim diyorum.

Jüpiter'in bir de içsel sorgulamaya neden olabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Özellikle Türkiye'nin yükselen burcunun Yengeç olması ve ülkeler astrolojisinde halkı sembolize etmesi nedeniyle, halkın derin bir sorgulama içine girebileceğini belirtmeliyim.

Sorgulama içine girmek daima iyidir. Çünkü, içinde bulunulan durum, bugünün sonucu değildir. Sorgulamaya başladığınız zaman geçmişten bugüne kadar neler yapılmış olduğunu, içinde bulunulan durumu ve nereye doğru gidildiğini düşünürsünüz. Böylece geçmişte yapılmış hataları tekrarlamazsınız. Geleceğe yönelik hedefleri belirlersiniz.

Tabii sorgulamayı kararında bırakmanız ve fazla derinleştirmemeniz gerekiyor. Şayet kendinizi bu hale kaptıracak olursanız, o zaman depresif bir hal içine girersiniz. Üstelik Yengeç Burcu, suyun hassasiyetine sahip olduğu için sorgulamanın yarattığı derinleşen duygulara kapılabilirsiniz. Bu durum hayatı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Halbuki büyüteç özelliğine sahip Jüpiter'in olumlu ve güçlü beklentileri büyüteceğini göz önünde bulundurun. Ve geleceğe yönelik hedefleri belirlemek için gayret gösterin. Böylece Jüpiter'in güçlü etkilerini isteklerinizi gerçekleştirmek için kullanın.

Jüpiter'den en fazla etkilenecek olanlar tabii ki, Yengeçler. Olumlu etkiler alan Akrep ve Balıklar da şanslı bir döneme giriyorlar. Ayrıca Boğa ve Başaklar da uyumlu etki alan diğer burçlar.

Sizin için şanslı ve verimli bir dönemin başladığı söylenebilir. Evlilik, bebek sahibi olmak, yatırımda bulunmak, ilişkilerin gelişmesi, seyahatler ve yaşam felsefesinin olumlu bir tablo çizmesi beklenebilir.

Gökyüzünün konumundan sert etkiler alan Koç ve Teraziler biraz sert bir tavır içine girebilir ve karamsar duygular içinde bulunabilirler. Kötümser bir tutum içine girerek hayatın olumsuz yönlerine dikkatinizi yöneltmekten kaçının. Çünkü Jüpiter iyi bir etkiye sahip. Sert açıları bile fırsatlar yaratır. Önemli olan bu fırsatları kullanabilmek için olumlu beklentiler içinde bulunmak.

Zıt etkiler alan Oğlaklar ise bu devre içinde yaşantılarını ciddi boyutlarda sorgulayabilirler. Jüpiter karşınıza ilginç fırsatlar çıkaracak. Bunları çok iyi değerlendirebilirsiniz. Tabii bu arada yanlış değerlendirmeler yapma ihtimaliniz var. Şayet olumlu ve güçlü beklentiler içinde bulunursanız, bu dönemi kazançlı geçirebilirsiniz diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Hayatı ertelemeyin (3)

13 Temmuz 2001
Sevdiklerinizi arayıp sormayı, görüşmeyi ertelediğiniz için dün verdiğim örnekte olduğu gibi telafisi zor olacak duygusal zedelenmeler meydana geliyor. Fakat hayat, sadece sevdiklerinizi değil işlerinizi ve yapacaklarınızı da ertelememenizi gerektiriyor.

Yapabileceklerinizi ve işlerinizi ertelemeniz sonucunda zihinsel zedelenmelere ilave olarak fiziksel zedelenmeler de meydana gelebiliyor. Mesela kafanız öyle bir karışıyor ki, sonunda sağlık sorunları ortaya çıkabiliyor. 'Keşke şu işi zamanında yapsaydım' diye düşünmeye başladığınız zaman çok geç kalmış olabiliyorsunuz ve sonuçlarıyla başa çıkmanız bazen mümkün olamayacak boyutlara ulaşabiliyor. Sevdikleriniz, yakınlarınız ve dostlarınızı yapılacak işler için ertelerken yapmanız gereken önemli işleri de o sırada dikkatinizi yönelttiğiniz başka işler için erteliyorsunuz. Bu arada kendinizi hiç düşünüyor musunuz? Kendiniz için yapmak istedikleriniz yok mu? Elbette var. Ama kendimiz için yapacaklarımız daima listenin en sonunda yer alıyor. En fazla kendimizi erteliyoruz. Hatta sağlığımız iç in yapacaklarımızı bile erteliyoruz. Taa ki, ölümcül bir noktaya gelinceye, yatak döşek yatıncaya kadar erteliyoruz. Kısaca hayatımızı erteliyoruz. Hayat ise, öylesine büyük bir hızla akıp gidiyor ki, bu akışın gerisinde kalıyoruz. Bir türlü hayatın hızına senkron olamıyoruz. Sevdiklerimiz, yapacaklarımız, sağlığımız, fırsatlar gözümüzün önünde akıp gidiyor. Ertelediğimiz her bir an içimizde pişmanlıklar yaratarak, bazen derin izler bırakarak öylesine hızla geçip gidiyor ki, yakalamak için ne zamanımız, ne de enerjimiz yeterli olamıyor. Çünkü, zamanı doğru kullanmayı bilmiyoruz. Ertelediğimiz ne varsa her şey zamanın içinde eriyip gidiyor. Ve bunlarla birlikte duygularımız, zihnimiz, bedenimiz, enerjimiz de eriyor.

Bu aşamada yapabileceğimiz en önemli şey, ilk önce kendimizi yakalamak. Geçip gidenlerle oyalanmamak ve zamanı doğru kullanarak hayatı ertelemekten vazgeçmek diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Gençliğin sırrı

12 Temmuz 2001
Gençlik ve ihtiyarlık! Kim ihtiyar olmak ister ki? Ama herkes uzun yaşamak ister. Ve daha uzun yaşayabilmek için bilim adamları seferber olmuş durumda. Hem de en eski zamanlardan daha eski zamanlarda bile!<br> Gençlik pınarlarından Lokman Hekim'e gelinceye kadar öyle çok reçete var ki, saymakla bitmez. Peki ya günümüzde gençleşmek için katlanılan sıkıntılardan haberiniz var mı?

Mutlaka vardır. Mesela geçenlerde bir arkadaşım sırf genç görünüme sahip olabilmek uğruna Çin işkencelerini aratmayacak bir yöntemi denedi. Bana anlattığı zaman ağzım bir karış açık kalmış bir şekilde nutkum tutularak dinledim.

Bacakları, karnı, kalçası, göğüsleri, kollarının üst kısmı, yüzü... Anlayacağınız komple bütün vücudunu doktorlara teslim etti. Kestiler, biçtiler, yağlarını aldılar, estetik yaptılar. Yani yapmışlar. Ne kadar hastanede kaldı bilmiyorum ama evine çıktığı zaman ziyaretine gittim. Kıpırtısız yatağında yatıyor.

Doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Ben onun en az bir yirmi yaş gençleşmiş, pür neşe beni karşılaşacağını bekliyordum. (Böylece beklememeyi bir kez daha öğrenmiş oldum.) Fakat, bedeni kırılmış biri görünümünde, mumyalar gibi sargılar içinde yatağa çakılı bulunca hayretimi gizleyemedim. Öylesine üzüldüm ki, bir an onun gençlik sevdasıyla yaptırdığı ameliyatı unutup 'ne oldu?' diyerek çığlık attım.

Sevgili arkadaşım gülmesini zor zaptederek (çünkü sargı ve dikişleri izin vermiyor) merak etme, bir şey olmadı, sadece bir süre daha böyle yatmam gerekiyor, dedi. Ama ben rahatlayamadım. Bunun üzerine anlatmaya başladı. Ben de 'Hey yüce Allahım, sen nelere kadirsin, şu kuluna ne çeşit bir duygu verdin ki, sağlıklı ve dipdiriyken kendine eziyet ediyor' diye düşünmekten kendimi alamadım. Ama sonra gençlik için bütün zamanlarda insanların nelere katlanmış oldukları ve neler yaptıkları aklıma geldi. Böylece arkadaşıma anlayış gösterdim. Sonra ölümsüzler hakkında anlatılan efsaneleri hatırladım.

Efsanelere tamamen masal olarak bakanlardan değilim. Eskilerin 'ateş olmayan yerden duman çıkmaz' düsturunu prensip edinenlerden olduğum için, pür dikkat ve düşünceyle mitolojileri okuyanlardanım. Ve gençleşmek üzerine bazı ezoterik örgütlerin gizli uygulamaları ve reçeteleri ile karşılaşmıştım. Hatta o zamanlardan beri insanların gençleşmek için feda etmeyecekleri bir şey yok, şeklinde bir düşünceye kapılmıştım. Bütün bunları hatırlayınca arkadaşıma bir kere daha anlayış gösterdim. Neticede o da bir insandı. Ve insan, dünya üzerinde var olduğundan bu yana gençliğin sırrını aramıştı.

Mesela Keltler'de ölümsüzlük besininin bulunduğu efsane kazan, Çin simyasında ise bazı özel meyveler ve bitkilerle sonsuz gençliğin ele geçirilme sanatı çok ilginç örneklerdir. Taocu bir teknik olan 'Dölüt Soluğu' da gençliği hedeflemektedir. Bu tekniğe göre temele inerek ve kökene dönerek, ihtiyarlık kovulur. Yani dölüt konumuna dönülür. Bu uygulamanın Batı'daki öncüsü Paracelsus. Şöyle diyor; 'Tanrının krallığına ulaşmak isteyen kişi, önce bedeniyle annesine girmeli ve orada ölmelidir.'

18. yüzyıldan kalma bir metin ise; 'Eğer ikinci kez doğmazsam Tanrının krallığına giremem. Bu yüzden annemin karnına geri dönmek ve gençleşmek istiyorum' diyor.

Anlayacağınız gençliğin sırrına ermek için yapmayacağımız fedakarlık yok. Ama sanırım gençliğin sırrını çözen, evrenin bilgilerine vakıf olacak, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Hayatı ertelemeyin (2)

12 Temmuz 2001
Hayatınızı ertelemeyin. İşlerinizi ertelemeyin. Sevdiklerinizi aramayı ertelemeyin. İçinizden yükselen duyguları ertelemeyin. Özellikle de hoş olanları... Sevdiklerinizi görmek istediğiniz, aramak istediğiniz anda hemen arayın. Yarına bırakmayın. Yarın çok geç olabilir. Tanıdığım biri, sırf bu nedenle kendini çok kötü hissediyor. Kimbilir, belki siz de çeşitli ertelemelerin sıkıntısını içinizde yaşıyorsunuzdur. Ama o tanıdığım kişinin durumunda kimse olmak istemez. Sizi fazla meraklandırmadan hemen anlatayım. Bu kişi yoğun iş temposunda başarılı biridir. Ama başarıyı yakalayabilmek için ciddi fedakarlıklar yapar. Bu sırada farklı bir şehirde arayan babası telefon açar ve kendisini özlediğini söyleyip gelmesini ister. O da, 'olur, ama şimdi gelemem' der. Aslında işleri de o sırada fazla değildir. Rahatlıkla işlerini organize edip gidebilecek bir haldeyken, gitmeyi iki ay sonraya bırakır.

Babasıyla yaptığı telefon görüşmesinden iki hafta sonra gelen telefonla şok olur. Babası ölmüştür ve işlerini öylece bırakıp apar topar yola çıkmıştır. Babasının cenazesine ancak yetişebilir. Duygusal ve zihinsel açıdan öylesine altüst olmuştur ki, kulağından babasının sesi bir türlü gitmez. Babası 'gel' dediği zaman, gitmemiştir. Kendince nedenlerle bu görüşmeyi ertelemiştir. Ve pişmanlık duygusu onu ele geçirmiştir. Hem öylesine yoğun duygular içine girmiştir ki, ne yaparsa yapsın bu duygu onu hayatı boyunca takip edecektir.

Ben kendisiyle konuştuğum zaman, gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Ve yardım almayı reddediyordu. Böyle yaparak kendisini cezalandırıyordu. Fakat, böylesi yoğun duyguların yakıcı girdabına kapılmış bir halde bulunan kişinin sağlıklı düşünebilmesi mümkün değildi. Ve ne yaparsam yapayım, düşüncelerini bugüne getiremiyordum. O babasının cenazesinde hazır bulunduğu zamanda kalmıştı. (Sürecek)
Yazının Devamını Oku

Hayatı ertelemeyin

11 Temmuz 2001
Canlı olmak, hayat sözcüğü ile aynı anlama gelen bir kelime. Canınızın istedikleri de hayatınızı belirliyor. 'Hayatımı istediğim gibi yaşarım.' Derken canınızın istemiş olduğu şeyleri anlatıyorsunuz. Sevdiğiniz, hoşunuza giden şeylerden söz ediyorsunuz. Peki canınızın istediklerini yapıyor musunuz?

Mesela sevdiklerinize vakit ayırabiliyor musunuz? Görmek istediğiniz, özlediğiniz kişilerle görüşebiliyor musunuz? İstediklerinizin ne kadarını yapabiliyorsunuz?

Bu satırları okurken hayıflandığınızı görür gibiyim. Hatta 'ne diyor bu kadın' diye düşünüyorsunuz? Ama öte yandan içinizden yükselen özlemler de harekete geçiyor. 'Keşke şu istediklerimi yapabilecek imkanım olsaydı' diye iç geçiriyorsunuz.

Peki, yaşadığınız hayatın içinde zamanı nasıl kullandığınızı hiç düşündünüz mü?

Kendinize sürekli yeni işler icat ettiğinizin farkında mısınız? Her geçen gün sorumluluklarınız artıyor. Bunların nasıl olup da fazlalaştığını aklınıza bile getirmediğinizden eminim. İşleriniz birikiyor ve gün size yetmiyor.

Sürekli ertesi güne sarkan işlerle başa çıkmanız gerekiyor. Ve tıpkı ödeyemediğiniz borçların her geçen gün büyümesi gibi işleriniz de altından kalkılmayacak hale geliyor. Tabii bütün bunların arasında ne kendinizi, ne de sevdiklerinizi düşünemeyecek hale geliyorsunuz. Daha doğrusu dikkatiniz sürekli yapmanız gereken işlere odaklanmış durumda yaşarken canınızın neler istediğini bile duymuyorsunuz. Anlık uyanan isteklerinizi sonraya erteleyip sonra da unutuyorsunuz. Ve tabii burada ertelediğinizin kendi hayatınız olduğunun bile farkına varamıyorsunuz.

(Sürecek)
Yazının Devamını Oku