Yağmur yağdı kaç kaç kaç

Hava da, söz de yine yağmurla açılmışken, dün yazımda bu “ıslak” halin kimi zaman insanın yalnızlığını, yüzüne yüzüne vurduğundan söz etmiştim.

Haberin Devamı

Hatta kalabalıklar arasındaki yalnızlığında bile...
Alışveriş merkezlerinde yağmurla birlikte iyice omuz-omuza gibi gelir bana, “yalnız kalabalık”lar...
İster yağmurdan “kapalı” yere sığınma olsun, ister daralıp da alışverişe sığınma... (Birinci dereceden AVM-ATM akrabalığı)
Bu halle ilgili kıvamlı fikirler-zikirler ürettiğimden değil, ayıpladığımdan filan hiç değil. (Tel Şehriyeli Kuru Domatesli Bulgur satıyorlar mesela x AVM’de, meyhane pilavına bire bir)
Ama tek boyutluluğun evirip-çevirdiği derinlerdeki bir yalnızlığın, edilginliğin o aksak gezintisinin bilhassa oralarda piyasaya çıktığını düşünürüm.
Otomobil testlerine espri bir dille yaklaşan, “Oto-park” sitesinin hafif arazi aracı esintili, bir SUV markası için yaptığı değerlendirmenin tadı damağımda:
“Viraj yapası yok, off-road yapası yok, alışveriş yapası var...”
Eh, demiştik ya dün, yağmur her bünyeye farklı gelir.

* * *

Haberin Devamı

Kente de farklı geliyor.
Bizim bünyemize iyi gelmediği yıllardır seliyle, baskınıyla -sırılsıklam- sabit.
Yağmur her damladığında manşet hazır; “Bir damlada Ankara felç”...
İki damla olursa, kompleksi tarihinden, coğrafyasından menkul öbür Ankara manşeti çıkar kınından:
“Ankara’ya deniz geldi”...

* * *

Müşküldür, yağmura altyapısız, her defasında hazırlıksız (buna başka şeyler de denir aslında) yakalanmak.
Hani yağmur duasına benzer ritüelleri başka ülkelerde de görmek mümkün ama...
Öyle bir memlekettir ki bizimkisi, “yağmur yağmasın duası”nın bir başka yerde olduğuna inansam, Türk Hissiyatlı Ülkeler Olimpiyatı düzenlerim.
Kars’ın Beyköy Köyü sakinlerinin 6 yıl önce “yağmur yağmasın duası”na çıkmıştı da, cümle gazetelere renkli cemiyet haberi olmuştu.

* * *

Yağmurun bedeli, garibana yüksektir oysa.
Trafikte iki saat bekleyip de kafesteki maymuna dönen hal-i pür melalimizi hatırlayın...
Bir de evini, eşyasını, küçücük dükkanındaki mallarını komple tarumar eden sularla elde maşrapa yalınayak boğuşan ahaliyi...
Kondu bahçelerinde, su baskınının ardından altı ayda bir havalandırılan yorganın memleket işi motifidir oradaki mesele.
Sultanbeyli’de rögar suyuna kapılan vatandaş boğulur, ölümcüldür.
Aklımıza en yakın çağrışım, “Komutan Logar, bir cisim yaklaşıyor, efendim”dir, acı acı...

* * *

Haberin Devamı

Mizahı da kara sağanaktır zaten, böyle hallerin.
İstanbul Valisi’nin ve bilahare Vali’nin selle ilgili espirmesini “Vali’nin orantısız mizah müdahalesi” şıklatmasıyla yazısına taşıyan Kanat Atkaya’nın kulakları çınlasın.
Başkan Melih Gökçek üç yıl önce, dolusu, sağanağı, su baskınlarıyla meşhur 2011 Haziranı’nda önlemi bulmuştu mesela:
“Arkadaşlara talimat vererek, tüm radyoların ‘vatandaşların trafiğe çıkmaması için anons edilmesi yönünde’ uyarılmasını istedim.’’
Radyolar o zaman, dinleyici isteklerini kaale alıyordu mu hatırlamıyorum ama...
Vatandaş zaten sokakta.... Ana-babalar işte, çocuklar yuvada-kreşte, haberciler değişik yerlerde yüzüyor...
Daha önceki baskınlarda “Sel baskınına karşı üst kata çıkın” diyen yetkilinin de kulakları -ıslak daha ıslak- çınlasın.
Ben o an geldiğinde (muhtemelen yarın, belki yarından da yakın) -kesmedilerse- kaldırımdaki çınar ağacına çıkacağım, kendi hesabıma.
Üst kat dediğin, nereye kadar...
Ama bi çıkarsak belki hiç inmeyiz, “Ağaca Tüneyen Baron” misali.

Yazarın Tüm Yazıları