Paylaş
Bançolu, gitarlı Joan Baezvari sanatçıların ardından sahneye, Tales of Ordinary Madness (Sıradan Çılgınlık Öyküleri) filminde Charles Bukowski’yi canlandıran Ben Gazzara çıkıyor.
Geceye, izleyicilere, koyu güneş gözlüklerinin ardından bakıyor. Bir kaç kez “Style” diye mırıldanıyor, önündeki mikrofona... Elindeki kese kağıdına sarılı içkisinden kuvvetli bir yudum alıp, devam ediyor:
“Stil herşeydir. Stil herşeye cevaptır...
Aptalca bir şeyi stille yapmak tehlikelidir. Ama tehlikeli bir şeyi stille yapmak... İşte ben ona sanat diyorum.
Boğa dövüşü bir sanat olabilir. Aşık olmak bir sanat olabilir. Sardalye konservesi açmak bir sanat olabilir. Ama çoğu insan bir stile sahip değildir ve çok az insan stili(ni) koruyabilir.
Kedilerin stilleri vardır. Köpekler de gördüm, bir çok adamdan daha çok stil sahibiydiler.
Hemingway, beynini bir av tüfeğiyle duvara yapıştırdığında, o da bir stildi...
Bazen insanlar size stil verir. Jandark’ın stili vardı. Yahya Peygamber, Sokrates, Sezar, Garcia Lorca...
Hapiste, dışarıdakinden daha fazla stilli adamlarla tanıştım. Stil bir farktır; yapmanın, yapmış olmanın...
Altı balıkçıl bir havuzda sessizce duruyor ya da sen banyodan çırılçıplak çıkıp yürüyorsun, beni görmeden...
Stildir...”
Bukowski’nin felsefesine dair kıymetli ipuçları veren bu tiradı Ernest (Miller) Hemingway ile hatırladım bir kez daha...
Nobel ödüllü yazar, Pulitzer ödüllü gazeteci Hemingway, yarım asır önce 2 Temmuz 1961’de, 62 yaşında av tüfeğiyle kendini vurarak öldü.
Yazılarını genellikle ayakta, bir kürsüye benzer masasında yazarmış. Hep bir yere, bir şeye geç kalmış gibi...
Maçodur, ilişkilerinde dominanttır. Duygularına alkol eşlik eder, ya da alkolle ayaklanır duyguları...
Ruhsal gel-gitleri hiç dinmez.
Başta kediler olmak üzere hayvansever olduğu söylenir, ama avladığı hayvanlarla fotoğraflarını, hatta avladığı hayvan başlarını, postlarını da sergiler evinde.
Hep bir yerlerde çalan çanlar ulaşır kulağına:
“İnsan ada değildir, bütün de değildir tek başına. Anakaranın bir parçası, okyanusun bir damlasıdır. Bir kum tanesini alıp götürse deniz, sanki orada bir yarımada varmış da koparılıp atılmış küçülür Avrupa. Sanki kaybolan, dostlarının ya da senin yurdunmuş gibi. Bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım insanlığın. İşte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını, çanlar senin için çalıyor...”
* * *
Altmış iki yıla onca “hayat” sığdırması, Bukowski’nin “stil” sözcüğüyle anlattığı mayayla yakından ilişkili olmalı...
Bizde de geçmişte kalan bir çok yazar, şair sadece ürettikleriyle değil stilleriyle de farklarını yaşatıyor.
Bir çok insanı, stilleri nedeniyle seviyor, beğeniyoruz.
Aşklar, tutkular onun simyasıyla sırlanıyor, aynasında kendimizi de farklı görüyoruz.
* * *
Gün geçtikçe daha iyi hissediyorum; aptalca şeyleri stil sanmak, stille yapmaya çalışmak da tehlikeli... Stilsizlik de... Çünkü ölü dalga bile, ikide bir dönüp kendine vuruyor bazen insanın.
Bukowski ise bir adım daha ileriye götürüyor, felsefesini; “Tehlikeli bir şeyi stilden yoksun yapmaktansa, aptalca bir şeyi stille yapmayı tercih ederim...”
Belki de hayat stilden ibaret.
Paylaş