Paylaş
İnancın, ahlakın, geleneğin, muhafazakarlığın tek derdi sanki kadın-erkek, cinsellik, müstehcenlik, kapalı ya da açık olmakmış gibi sunuluyor hayli zamandır.
Zinaydı, kürtajdı, üç-dört çocuktu, sunucunun kıyafeti, reklam afişindeki modelin bikinisi, kırmızı rujun meşrebiydi...
Gündemde şimdi de neredeyse hepsini sollayan aynı çatı altında kalan üniversiteli kızlarla erkekler vakası var.
Epey bir hadise yarattı, yaratacak da tabi. Çünkü böylesi çıkışların ardından “Kimseye karıştığımız yok” vurguları gelse de, o sunucu işinden olabiliyor, o afiş kalkabiliyor, o ruj yasaklanabiliyor.
Birlikte kalan kızlarla erkeklere yönelik olası zaptiye ya da “mahalle” tedbirleri ise vahim ve koyu bir soru işareti olarak ortalıkta duruyor.
* * *
Tam bu tartışmaların dumanı tüterken, Hair, Guguk Kuşu, Amadeus gibi kült yapımların yönetmeni Milos Forman’ın kaçırdığım bir filmini yakaladım TV’de.
The People vs. Larry Flynt (Skandalın İsmi: Larry Flynt)...
Film, pornografiye fütursuzca göz kırpan Hustler dergisini çıkardıktan sonra başı dertten kurtulmayan Larry Flynt’in gerçek hikâyesini anlatıyor.
Müstehcen yayın suçlamasıyla defalarca yargılanan, usul-adap-edep tanımayan Flynt’i, avukatı jüriye şöyle savunuyor:
“Sizi Larry Flynt’in yaptıklarına onay vermeniz, dergisini sevmeniz için ikna etmeye çalışmıyorum. Hustler Dergisi benim de hoşuma gitmiyor, ben de sevmiyorum.
Benim hoşuma giden, hoşlandıklarımıza ve hoşlanmadıklarımıza kendi kendimize karar verebildiğimiz bir ülkede yaşıyor olmak.
Hustler dergisini istersem okuyabilirim, hatta istersem alıp çöpe atabilirim ya da hiç almam. Ben bu hakkı önemsiyorum, siz de önemsemelisiniz.
Çünkü özgür bir ülkede yaşıyoruz. Ama özgürlüğün de bir bedeli var ki, bazen sevmediğimiz şeylere müsamaha ile yaklaşmamız gerekiyor.
Bazılarımızın müstehcen diye kabul ettiği şeylerin önüne duvar örersek, bir sabah uyandığımızda hiç ummadığımız, beklemediğimiz şeylerle de aramıza duvarlar örüldüğünü görebiliriz.
Bu inanın özgürlük değildir.”
* * *
İster kürtaj, zina olsun, ister sunucunun dekoltesi, dizide mozaiklenen bira şişesi yahut öğrenci evinde ateşle barut meselesi...
Mevzu geliyor, yine hayat tarzına ve devletin, otoritenin “Öyle değil böyle yaşayın” buyruğuna dayanıyor.
Dananın kuyruğunun koptuğu yer de orası zaten.
Ben sizin beni onaylamanızı, hayat tarzımı beğenmenizi, benden hoşlanmanızı beklemiyorum.
Kırmızı ruj bana da frapan, sigara, alkol özendirilmemesi gereken bir meret, yahut harem-selamlık itici gelebilir.
Ama aslolan, ne giyeceğime, ne içeceğime, ne seyredeceğime, nasıl yaşayacağıma benim karar verebilmem ve bu kararıma; yani -özel- hayatıma, seçtiğim yaşam biçimime özellikle devletin, otoritenin saygı gösterebilmesidir.
Gölge etmese de yeter.
Paylaş