Paylaş
Oruç Arıoba'nın tek cümleyle anlattığı "herşey"i, 4 yıl önce 10 Ekim'de bizzat yaşadım.
Bir şair ölmüştü, şiirlerini olmasa da dizelerini ezbere bildiğimiz.
Hem de güzelim Çolpan İlhan'ın ağabeyi.
Attila İlhan da, sadece Sadri'sine alışık, sadık Çolpan İlhan da, aşkın yaşandığı yer olmasa da, öğrenildiği yerdi hep.
Bilmedik, duymadık Attila İlhan'ın aşklarını.
Ama onun aşk tefekküratınla büyüdük.
* * *
Bazen aysız, nursuz, karanlıktan da kara gecelerin tek pırıltısıydı aşk, yağmurun asfaltta yansıyan kırık aynasında.
Sadece o an, biriktiğince bir avuç yağmurda...
O aynaya bakıp da, "Ben sana mecburum" diye mırıldanmaktı.
Bazen "Oryantal Sevilay'dı, Ulus'ta bir pavyonda
Saçlarını boyatmış, küllü sarı hafif uçuk..."
Bazen de, "bela çiçeği".
Ekimdi, geceydi, yağmur vardı, boştu sokaklar.
Ama sokaklara çıkmaktı zaten, aşk.
"Birader Mırc"a rastlayıp, sokaklarda Mohikanlar gibi ateş yakmaktı.
* * *
Şiirlerini okuyarak büyüdüm, ama büyüdükçe vazgeçtim şiir yazmaktan.
Aslolan, şiiri yaşamaktı ya...
Sevgiliye, ondan ödünç alınan kelimelerle de seslendim elbet.
Çünkü Pablo Neruda'nın "Postacı"sı gibi, ihtiyacım vardı onun kelimelerine...
Tuttuğum-tutamadığım sözler de verdirmiştir o şiirler bana, ama günahı benim boynuma:
"Bak mektuplar birikmiş yine masamda /fakülteler açılacak bak bugün yarın
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
başladığımız filmi birlikte bitireceğiz /kim ne derse desin içimde delice bir his..."
* * *
Borcum çoktur o şaire/şiirine, hala ödeyemedim.
Ne zaman yağmurda yürüsem hatırlarım.
Bazen hatırlamak için yürürüm zaten, yağmurda...
Bazen "Yağmur kaçağı", nefes nefese:
"Geceleri bir çarpıntı duyarsan /telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam /(...) eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim /yağmur beni götürecek yoksa beni."
Paylaş