Paylaş
Dün “saat sorma”dan girmiştik mevzuya...
Yanısıra, adres sormak, ateş istemek gibi mini sokak muhabbetleri de var tabi.
Lakin adres sormanın tarihe karışması an meselesi...
Ceplerdeki navigasyonlar, GPS’ler seni elinden tutup, kapıya kadar teslim ederken...
Bakkal İsfendiyar Amca’yı usandırmak... Yahut Cem Yılmaz parodilerindeki gibi “Devlet Tiyatrosu nerede?” sorusuna, “Bilmem, nerede?” yanıtını aldığın diyaloglara girmek gereksiz artık.
* * *
Sokakta birisine gülümseyerek, “Ateşiniz var mı?” demek de, sigarayla mücadele sürecinde tarihe karışacak.
“Ateşiniz var mı?” sorusunun istatistiği, “Hayır, yok” yanıtıyla başladı zaten.
Sonra “Tabi ki yok!” yanıtına, “Siz hâlâ sigara mı içiyorsunuz” faslından şaşkın bir bakış eşlik edecek.
Giderek militanları belirecek bu mücadelenin...
Bir zaman sonra “Ateşiniz var mı?” diyene, kat muavini edasıyla “Yoksa sen sigara mı içiyorsun” gibilerinden hem ayıplayarak, hem kızgın kızgın bakılacak.
* * *
Saat sormak derseniz, çoktan kalktı ortalıktan...
“Saatiniz var mı?” diyaloğu, artık siyah beyaz filmlerin repliklerinde kalacak.
Cep telefonları yani o akıllı bıdıklar aynı zamanda saat çünkü. Titrer-çalar saat...
Kronometresi, adımsayarı bile var; randevunuza giderken hesaplayıp, arayacaksınız:
“4 dakika 24 saniye sonra yanındayım...”
* * *
Hemen heryerde asılı dijital saat ve termometreler cabası...
Saat 14.45 ve 18°C’yse sıcaklık... Havayı biliyorsak yani, bir de saatin kaç olduğunu...
Başka bir şey bilmeye ne gerek.
Eh... Ankara’da endam eden 52 saat kulesini de unutmayalım.
Maliyeti milyonları bulsa ne gam... 700 bin liralık kol saatinin yanında, milyoncuk adam boyu saat kulesinin lafı mı olur?
Ama naçizane bir önerim olabilir.
O kadar saatin ayarı birbirini tutmazsa, vatandaş mağdur olur. Biyoritmi, kimyası bozulur.
Artık öğle molasında işe gecikeni mi dersin...
Elinde bir buket çiçekle saat kulesine kavak olanı mı...
* * *
Saatler arasında “hangi bakımdan olursa olsun bir ilerilik, gerilik farkı olacağı aşikardır".
Bu gerçeği kayda geçiren Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, yarım asır önce yayınlanan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı fevkalade önemlidir bu meselede.
Tek satırını atmadan, olduğu gibi belediye mevzuatına dahil edilmelidir.
Saatler arasındaki nizamı sağlayacak bir “Ayar Enstitüsü” de acilen kurulmalıdır.
Ve bu enstitü en kısa zamanda, “Milletlerarası Saatleri Ayarlama Enstitüleri Umumî Kongresi”ne girmelidir.
Ki, sonra AB'deki gibi kapıda kalmayalım.
* * *
Ayrıca sadece o 52 saat kulesi değil... Bilcümle esnafın, dükkanın, dijital saat tabelalarının birliği için cezai müeyyide getirilmelidir.
Tanpınar’ın romanındaki gibi, “şehre ait umumî saatler başta olmak üzere, birbiriyle uymayan her saatten” para cezası alınmalıdır.
“Herkes bilir ki, bir saat ya geri kalır, yahut ileri gider. Bu işin üçüncü şekli yoktur”.
Ve saatin ileri ya da geri olması, siyasî akidelere (inançlara) göre değişiklik gösterebilir.
Yok saatti, adresti, ateş istemeydi...
İnsanlar durmadan soru sormasınlar öyle. Hele sorularını “sokak”ta çoğaltmasınlar.
Ankara’daki gibi tüm meydanları yok edin ki, meydanlarda toplaşıp hep birlikte -bir şeyleri bekler gibi- meydan saatine bakmasınlar.
Ama saatler, dijital panolar, kuleler elbet olsun. Ortalığa akrepler-yelkovanlar dolsun.
Yeter ki, iyi saatte olsunlar...
SAİT FAİK'İN TAVSİYESİ, AVARELER...
SAİT Faik, “Dört Zait” hikayesinde saat, adres sormanın, ateş istemenin psikolojisinden söz eder:
“İnsanoğlu tanımadığı insanoğluna bir şey sormak için, yirmi kişiden seni seçtiği zaman kendine göre bir takım hesaplar yapmıştır. Bu hesaplar da psikolojik hesaplardır. Sual sorulmaya münasip görülmüşünüzdür.”
* * *
Sokakta birisine saat, adres soracaksanız, birisinden ateş isteyecekseniz şöyle bir kılığına kıyafetine, haline tavrına bakarsınız.
Çok garibansa saati olmayabilir, ama ateşinin olma ihtimali, kerli ferli birisinden daha yüksektir.
Lakin buralı gibi gözükmüyorsa soracağınız adresi bilmemesi de kuvvetle muhtemeldir.
* * *
Hedeflediğiniz insan bir yere koşturur gibiyse, sorunuz münasebetsiz kaçabilir.
O nedenle Sait Faik bu tür sorunların daha çok “avare” görünüşlü zatlara sorulması taraftarıdır:
"Otomobilden atlayıp vapura doğru seğirten bir adamı tutup sual sorulur mu?
Cıgara yakılmaya, yol sorulmaya ne münasip görülmek, ne de münasip görülmemek iyi bir şeydir. Her iki insanda da bir iki aşırılık vardır.
Biri azametliyse, öteki pek düşkün, biri kılıklıysa, biri kılıksız..."
Evlerin saat 19.00, sabah 07.00 olma hali gibi, insanların da öyle halleri vardır.
Sorularımızı sorarken, ona da dikkat etmeli derim.
Eğer sorulacak soru kaldıysa...
Paylaş