Televizyon anca lisede, video çok sonrasında hayatımıza girdi.
İlkokulda Büyük Atlas’tan ezberledik ülkeleri. Coğrafya oyunu oynadık ve Atlas’ta şehir bulmaca... “Resimli Tarih Mecmuası”ndan tanıdık “Ak tolgalı beylerbeyi”ni: “İlerle, yürü, kim tutar seni...” “Hayvanlar Alemi”nin renkli resimlerine bakarak, isim taktık birbirimize... (Bukalemun Hayati kulakların çınlasın) O yıllarda biriktirdik sakızdan çıkan futbolcu resimlerini. Kavga-döğüş takaslar ettik. Az büyüdük, artist-şarkıcı kartpostallarıyla genişledi “görsel albüm”ümüz. Harita Metod Defteri’nin arasından düşen, eteği havalandırma ızgarasıyla paraşütlenen Marliyn kartpostalı yüzünden “disiplin”e gittik. Ve Anket Defteri’nde “Issız bir adaya götüreceğin 3 şey” sorusunun yanına yapıştırdık, deniz kıyısında el ele gezen sevgili siluetlerini... * * * Hayat Mecmuası’nın ortasındaki Hawai posterleri, ekranlarda bile görülmedik adalar süsledi evlerin misafir odalarını, kasap dükkanlarını. Yerli-yabancı müzik mecmuaların ortasından çıkan Beatles’lar, Led Zeppelin’ler de -varsa bir odamız- bizim duvarlarımızı... Yıldız, Pazar mecmuaları ödünç aldık, mayolu-bikinili... Senede bir gün, Fotoğraf Stüdyosu’na gidip “aile fotoğrafları” çektirdik. Sevgili sureti ise, edinilebilirse siyah-beyaz bir vesikalık. “Resimdeki Gözyaşları”ydı, vuslatımız-hasretimiz. * * * Sonra duvarlarda gördük bazı “abi”lerin, bir kaç “abla”nın fotoğrafını. Baktık baktık da, “İnşallah yakalanmazlar” diye fısıldandık. Çünkü biz “uzun bıçaklar”ın değil, “kızılderili”leri severdik. On yıl geçmedi “eylül”de geldi ikinci darbe; “Aranıyor” ilanların altına Ahmet Telli’nin mısralarını ekledik: “Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış /yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin...” * * * Biz “resimlere bakan” nesildik. Hayallerin videoya çekilmiş halini/filmini gör(e)medik, ondandır belki hayalperestliğimiz. Ki, “sukutu hayal”dir zaten, bazılarımızı hala siyah-beyaz, bazılarımızı natürmort kılan. Ama “görsel hafızamız” kuvvetlidir.