Onu ölmeden sevmek

“ECEL, beklendiği yere bile davetsiz misafir sıfatıyla gelir” (¹)

Haberin Devamı

Yine beklenen bir şey de olsa, ölüm hep erken, hep zamansız yakalar insanı.

Hele çok yakından vurduğunda...

Gidenin ardından bir vefa eksikliği, ödenememiş bir borç, suçluluğa benzer bir çaresizlik, bir burukluk, bir “Keşke...” kalır geriye.

İnsan sevdiklerine dair içinde bir ukde kalmasın ister elbette, ama ne mümkün.

Hele hep fedakar, hep diğerkâm, hep dost, hep sevgili ise giden. Güzel, iyi insansa, izleğinde...

Onunla ilgili hatıralarının muhasebesinde, kendini noksan hissedersin.

* * *

Öyle ölümler,  bir süre “ondan artakalanlar”ın odasına kapatır seni.

Bir süre hayata hep o odadan çıkar, güne oradan başlarsın.

“Keşke” dersin, “Ah, keşke”...

Bilirim, yamandır bu duygu. Telafisi yoktur zira.

* * *

“Biraz daha yaşasaydı...”larla başlar, “Yaşarken, şunu da yapsaydım yahut bunu yapmasaydım”larla sürer.

Haberin Devamı

Ölenin ardından o burukluk, o ruhsal spazm, hemen her insanın ana-baba-nine-dede-eş-dost hatıralarının zembereğine çöreklenir.

Keşkeleri acabalar izler, şüpheler pişmanlıkların sisinde yanıp söner.

Peşine düşüp, yolunu kaybedersin bazen.

Ölenle ölünmez, tamam da... Ölenle yaşamak ne yana düşer?

* * *

Onu çok sevdiğini, onun için yaptıklarını kendine hatırlatman yetmez.

Defter-i kebirini tutamazsın, kabrinin başında.

Çünkü sevdiğin insana sürekli huzur, mutluluk, sevgi vermek için kısa ve engebelidir koskoca hayat. Küçük kalırsın.

Önceliklerin durma değişir. Ve dardır hep zamanın...

Behçat Necatigil de uyarmıştır ama nafile:

“Siz geniş zamanlar umuyordunuz /Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk /Geçeceği aklınıza gelmezdi.”

Vermeye az bulurdunuz, yahut vaktiniz olmazdı...

* * *

Ölüm vurduğunda... Hayırlı bir evlat, bir torun, vefalı, iyi bir eş, dost olman, aklından böyle düşünceleri kovmaya kafi gelmez.

O gidince, ne yaptıysan az, ne yapsan boş.

Yoktur artık; ardından öyle çok konuşacak/anlatacak şeylerin olsa da... Bir sessizlik çöker.

Ve o anlatacağın onca şeyin yeri, zamanı bir türlü gelmez.

Mecburiyetlerin, rutinlerin, gidip-gelmelerin, bahanelerin hengamesinde, zaman daralır hep.

* * *

Haberin Devamı

Öyle insanlar gittiğinde... Doyasıya, öve öve anlatamazsın bile onları; mahçup olursun ana-babanın, eşinin-dostunun iyiliğinden, güzelliğinden...

Sen evladısındır, yahut yoldaşısındır; onları övmek kendini övmek gibi gelir sana.

Hele, liyakatsiz ana-baba, sevgisiz eş-dost enkazından geçilmeyen bir ülkede yaşıyorsan...

* * *

Kendi familyamdan olmasa da... Cenaze törenlerinde, tabutun önünde skolastik bir tabloda donmuş gibi duran insanları izler, bunları düşünürüm.

Dönüş yolunda, bagajında, arkasında “Babam sağolsun” yazan arabalar, minibüsler, kamyonlar görürsem. İçim ısınır.

Minnettarlığın yanısıra, hepsinde bir haytalık dönemi, bir özür saklıymış gibi gelir bana.

Haberin Devamı

Bazen lafta, “kamyon arkası yazıda” bile kalsa, “Oh be, ilan etti aleme” derim. Sağken, ilan etti...

İmrenirim babasının sağ olmasına, uzun ömürler dilerim.

 

 

(¹) Murat Menteş - Ruhi Mücerret

Onu ölmeden sevmek

 

Yazarın Tüm Yazıları